
Faydaları reklam edilerek uzak diyarlardan getirilen her ürünün çevreye zararı var. Şampuandan bebek mamasına kadar birçok kullanım alanı olan palm yağı da bunlardan biri. Buna karşın palm yağını bir anda yasaklamak, kullanım alanının çok geniş olması ve geçimini palm yağından sağlayan insanların fazla olması sebebiyle şu aşamada zor. Bitki biyolojisinin ise bir çözüm önerisi var.
Malezya’daki Borneo adasının kuzeyi, bundan sadece iki asır kadar kısa bir süre önce kıyıdan kıyıya kesintisiz uzanan yemyeşil bir örtüyle kaplıydı. Sarawak ormanlarının bulunduğu bu bölge, yaklaşık 100 milyon yıl boyunca baş döndürücü miktarda bitki, hayvan ve mantarı barındıran bir ormandı. Dinozorların neslinin tükenmesinden ve sayısız buzul döngüsünden sağ kurtulan bir habitattan bahsediyoruz. Bu bölge, yaklaşık 40.000 yıl boyunca insanlara da yuva olacaktı.
Sarawak ormanları, ne yazık ki son birkaç on yılda daha önce hiç görülmemiş tehditlerle karşı karşıya kaldı. Bitki örtüsü, bölgedeki hidroelektrik gücünün genişlemesi, tomrukçuluk ve hepsinden daha etkili olan palm (hurma) yağı plantasyonları tarafından saldırıya uğradı. Bu değişikliklerin getirdiği zarar, bugün pek çok ekonomist tarafından “kalkınmanın gerekli maliyeti” gibi görünüyor. Ancak söz konusu “kalkınma”, ormanın neredeyse üçte birini katletti, biyoçeşitliliği yok etti.
İlk başta her şey yolunda gibiydi; 1970’lerden 1990’lara uzanan ilk palm yağı plantasyonları dalgası, çiftçilere aynı bölgelerdeki geçimlik gıda ekimlerinin yedi katı gelir sağlıyordu. Asfalt yollar, daha iyi okullar ve modern iletişim altyapısı gibi gelişmeler, ekolojik dengeyi görmezden gelen (umursamayan) kalkınma yanlıları için fevkalade faydalı gelişmelerdi. Dahası, palm yağının elde edildiği Elaeis guineensis bitkisi, modern tüketici ekonomisi için bulunmaz bir fırsat olacaktı. Ormanın sakinleri hariç kimse, bunun aynı zamanda büyük bir yok edici olduğunu bilmiyordu.
Palm yağı sofranızda ve banyonuzda; her yerde!
Bugün geldiğimiz noktada, dünyadaki yüz binlerce insanın refahı bu bitkiyle olan ilişkilerine bağlı. Öyle ki palm yağı, tüm yemeklik yağların %60’ını oluşturuyor ve bunun üretimsel karşılığı toplamda 62 milyon tondan fazla. Aynı zamanda bu ham madde, hazır eriştelerden dondurmaya, oda spreylerinden şampuanlara kadar süpermarket ürünlerinin de yarısında bulunuyor. Siz farkında bile olmadan onu yiyor ve onunla saçınızı yıkıyor, gündelik hayatınızda bir şekilde kullanıyorsunuz.
Tüketici ürünü üreticileri, diğer yağlarla iyi karıştığı ve çeşitli kıvamlar oluşturmak için ideal bir ham madde olduğu için palm yağını tercih ediyor. Gıda pazarlamacıları ise trans yağları içerdiği için onu seviyor. (Trans yağların arter tıkanmasına neden olduğu biliniyor.) Palm yağı, hayvan yemi ve biyoyakıtlarla da karıştırılıyor; yani palm yağı her yerde!
Malezya, bugün dünya çapındaki palm yağı üretiminin % 26’sını karşılıyor ve bu da onu yerel ekonomi için harika bir “ürün” haline getiriyor. Ülkedeki palmiye ağaçlarının neredeyse yarısı, büyük ölçekli tarımsal işletmelerden ziyade küçük çiftçilerce yetiştiriliyor. İşbu mahsul, o kadar önemli ki yöneticiler için palm, Malezya’nın gelişimi ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasıyla eşanlamlı olarak değerlendiriliyor. Hal böyle olunca da Malezya’da 1980-2010 yılları arasında palm yağı ekiminin önce ikiye, ardından -sadece dört yıl içinde- bir kere daha ikiye katlanması gayet normal.
Ekolojik zararı büyük
İnsanlığın bu tropikal ağaçla yakın ilişkisinin zorlu ikilemi de işte tam olarak burada başlıyor. Palm yağı üretimi, yerel halk ve uluslararası ekonomi için son derece önemli olmakla beraber doğal ekosistemlere ve küresel iklime son derece zarar veriyor.
Yağmur ormanı ve turbalık alanlar, küresel ısınmanın kaynağı olan büyük karbondioksit depoları olarak biliniyor. Malezya ormanları da karbon bakımından zengin. Mil kare başına 220 pound karbon tutabiliyorlar. Union for Concerned Scientists’e göre bu, ABD’nin bir ucundan diğer ucuna New York’tan San Francisco’ya (yani 4.670 km’yi) bir arabayla 76 kez gidip geri gelmenin ortaya çıkardığı karbon emisyonuna eşdeğer. Dolayısıyla palm yağı için ormanları ve turbalıkları yıkmak, karbondioksiti feci miktarlarda atmosfere salıyor.
Palm yağının yayılması aynı zamanda orangutanları, kaplanları, gergedanları ve filleri de doğal yaşam alanlarından alıkoyuyor. Tüm bunlarla birlikte palm yağı için 2019’da 76 milyon ton olan küresel talebin, 2050’de 400 milyon tonun üzerine çıkması bekleniyor.
Peki ne yapmalı? Çevre korumacılar, palm yağı kullanımının bir anda kesilemeyeceğini bilecek kadar gerçekçi. Üretiminde çok fazla para ve güçlü hükümet-topluluk çıkarları söz konusu. Kısacası dünya ekonomisini bir gecede değiştirmek mümkün ve akılcı değil.
Pek çok kâr amacı gütmeyen kuruluş, palm yağının sürdürülebilir hasadı konusunda ısrarcı. Sözgelimi uluslararası bir hareket olan Sürdürülebilir Palm Yağı Oluşumu (RSPO), akıllı çevre uygulamalarını kullanma sözünü veren şirketleri kayıt altına alıyor. Bu tabandan gelen çabalar önemli olmakla birlikte ancak yüzeysel bir çözüm sağlayabiliyor.

Bitki bilimciler ne diyor?
En çok ihtiyaç duyulan şey ise palm yağıyla olan ilişkimizi yeniden düşünerek daha az arazide daha fazla yağ üretmenin bir yolunu bulmak. Bitki bilimcilerin devreye girmesi gereken yer de tam olarak burası. Onlar da bu konuda çalışıyor: Palm yağı sağlanan her ağacı, daha fazla değerli yağ içeren daha fazla meyve üretmeye teşvik etmek için yeni bir genetik teknik oluşturdular. Onlara göre yağmur ormanlarını kurtarırken dondurma üreticilerini mutlu etmenin ilk etkin yolu bu.
Cold Spring Harbor Laboratuvarı’ndan bitki biyoloğu Rob Martienssen, palm yağı üretimindeki ikilemlere dair dünyanın kilit araştırmacılarından biri olarak tanınıyor; geçmişte bilimsel yöntemlerin neden yanlış gittiği ve bugün bu yanlışların nasıl düzeltileceği konusunda uzman. Martienssen, daha az arazide daha fazla palm yağı yetiştirmek için bir proje başlatmanın “işin kolay kısmı” olduğunu biliyor. Buna bağlı olarak bilim insanları, birkaç on yıl önce bu hedefe kilitlendi ve daha fazla yağ üreten tek bir ağaç üretimine odaklandı ve tıpkı bunun gibi 50.000 “elit ağaç” klonlamaya başladı. Hatta bir noktaya kadar başarılı da oldular.
Martienssen, “Bunun tüm sorunları çözeceğini düşündük,” diyor. Ancak zamanla görüldü ki laboratuvardaki elit ağaç klonlanması, bitkinin doğal büyüme süreçlerini bozuyordu: Bitkiler, vaat edilen miktarı sağlamak yerine, yağ vermeyen verimsiz meyveler üretiyordu.
Martienssen’in Cold Spring Harbor Lab’deki ekibi ile Malezya Palm Yağı Kurulu’daki meslektaşları için bu bitkinin gizemini çözmek, yaklaşık 20 yıl kadar sürecekti. Elaeis guineensis bitkisinin tüm genom dizisini bir araya getirip analiz ederek işe başlasalar da bu muazzam çaba, sorunu daha da kafa karıştırıcı hale getirecekti. Çünkü normal ve elit klonlar arasında hiçbir genetik farklılık bulunamıyordu.
Verimi artırırken ormansızlaştırma nasıl azaltılabilir?
Araştırmacılar pes etmek yerine palm yağının DNA’sının ötesine, DNA’nın nasıl okunup tercüme edildiğini düzenleyen biyoloji katmanına, yani epigenomunda daha da derinlere daldı. Buna göre klonlardaki büyük farkın tek ve küçük bir epigenetik değişimin sonucu olduğunu buldular. Verimsiz meyve üreten palmiyeler, sağlıklı meyve üretimiyle ilgili genlerin işleyişini engelleyen, değiştirilmiş bir moleküler anahtara sahipti. Daha önce bu yanlış anahtar, pirinç bitkilerinde de tanımlanmış ve bunlar “karma” olarak adlandırılmıştı. Palmiye klonları da tam anlamıyla bu kötü karmadan mustaripti.
Martienssen, “Eğer kötü bir karmanız varsa o zaman kelimenin tam anlamıyla verim alamazsınız,” diyor. Martienssen tarafından kurulan özel bir girişim olan Orion Genomics, basit bir DNA testi geliştirerek sadece gerçek ve yüksek verimli klonları ele aldı. Uzmanlara göre bu epigenetik test, çok yakında palm yağı plantasyonlarında bir fark yaratabilir.
Bu uygulamanın arkasında duran Martienssen, bu sayede güvenilir klonal stokların veriminin %30 ila %50 artabileceğini ve yasadışı ormansızlaştırma gereksiniminin önemli ölçüde azalabileceğini tahmin ediyor. Ve bu sadece başlangıç. Konuya ilgilenen diğer bilim insanları da bugün, hasat edilmesi daha kolay, daha hızlı olgunlaşan ve daha çok yağ alabilecekleri cüce palmiye türleri üzerinde çalışıyor. Epigenetik testin GDO’suz klonlar üzerinde de önemli faydalar sağlayacağı düşünülüyor.
Malezya’daki hükümet de nihayet Sarawak’ın eski orman örtüsünden geriye kalanları korumak için harekete geçiyor. Yeni politikalar, palmiye ekim alanlarının genişletilmesini 6,5 milyon hektarla sınırlıyor ve bu da ekim için sadece 1 milyon hektar daha fazla alan bırakıyor. Bu düzenlemeler, insanlar ve bitkiler arasında daha iyi, daha akıllı bir ilişki kurmak için önem taşıyor.
Martienssen, “Dünya üretimi açısından bakıldığında palm yağı üretimi bir anda azalacak gibi değil, o halde yağmur ormanına yardım etmek için yapabileceğimiz en iyi şey, onun ekolojiye zarar veren ayak izini azaltmak,” diyor.