
Dünyanın dört bir yanındaki birçok mitolojik hikâyede, “kuyruklu insan” hikâyelerine sıkça rastlanıyor. Peki ama insanlarda kuyruk, tıpkı herhangi bir uzvumuz kadar gerçek ve yaygın olsaydı nasıl olurdu? Bu fazla uzantı, günlük hayatımızı nasıl değiştirirdi?
Öncelikle insanlarda kuyruğun bilimsel bir karşılığı yok değil; nadir de olsa tıbben görülen bir vaka olduğu biliniyor. Sözgelimi National Library of Medicine’de yayımlanan bir makale, lumbosakral bölgede ortaya çıkan altı kuyruk vakasını ele alıyor.
Yine nadir bir durum olarak anne karnında spina bifida denilen bir anomali meydana geliyor. Bu tip vakalarda bebekler, omurgada bir boşlukla doğuyor veya düzensiz bir kuyruk sokumu, körelmiş bir kuyruk gibi görünebiliyor. Bu, “sahte kuyruk” olarak da anılıyor.
Human Pathology dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, bu etli çıkıntılar genellikle kas, bağ dokusu ve kan damarları içeriyor. Ancak kemik veya kıkırdak yok. Hareket ettirilemedikleri için işlevsel olmuyorlar ve genellikle doğumdan kısa bir süre sonra operasyonla alınıyorlar.
Atalarımızda vardı
İnsan evrimine bakıldığında ise uzak primat atalarımızın bir tür kuyruğu bulunuyordu. Günümüzden yaklaşık 25 milyon yıl önce, primatlar sınıfından çatallanma meydana geldiğinde kuyrukları da geride bırakmış bulunuyoruz.
Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Ancak atalarımızın, iki ayakları üzerinde denge geliştirdikçe, enerji ve kalori tasarrufu yapmak için fazladan uzantıyı doğal seleksiyonla “atmış” olabileceği düşünülüyor. Bugün elbette kuyruklu primatların olduğunu ve bu kuyrukların oldukça işlevsel olduğunu biliyoruz.
Yaşayan en yakın kuyruklu akrabalarımız ise kuyruklarını daha çok denge için kullanan babun ve makak gibi Afrika, Asya ve Güney Avrupa’da yaşayan ve “Eski Dünya” maymunları olarak adlandırılan primatlar. Göttingen Üniversitesi’nden evrimsel antropolog Peter Kappeler, bunların hiçbirinin kavrayıcı bir kuyruğu olmadığını çünkü bunun, aile ağacındaki bir çatallanmaya karşılık geldiğini söylüyor.
Yani evrimsel açıdan bakacak olursak eğer kuyruklarımız olsaydı, muhtemelen kavrayıcı olmayacaktı. Ancak Kappeler, bu kuyrukların (eğer olsaydı) işe yarayabileceğini söylüyor.
Bir makağın kuyruğu gibi uzun ve tüylü bir kuyruğun, ısınmak için etrafımızı sarmak açısından yararlı olabileceğini ifade eden Kappeler, “Eğer kış uykusuna yatmak için evrimleşmiş olsaydık, kuyruklarımız bir yağ depolama sistemi olarak da kullanışlı olabilirdi,” diyor. Bu, kunduz gibi bazı primat olmayan memeliler tarafından halihazırda kullanılan bir strateji.
Kuyruğumuz olsaydı hareket şeklimiz değişirdi
Kuzey Carolina Üniversitesi’nden antropolog Jonathan Marks ise primat akrabalarımızın dışında, kuyruklu iki ayaklıları örnek veriyor: Kangurular, ağırlıklarını desteklemeye yardımcı olan ve adımlarına güç katan bir tripod gibi kullandıkları sağlam bir kuyruğa sahip.
Tyrannosaurus rex (T-rex) gibi soyu tükenmiş teropot (kısa ön ve uzun arka bacaklı) dinozorların da sert ve kaslı kuyrukları bulunuyordu. Ancak Marks, bu canlılardan herhangi biri gibi bir kuyruğa sahip olmanın, adım atma şeklimizi değiştireceğini vurguluyor.
Örneğin, T-rex tarzı bir kuyruğumuz olsaydı, göğüslerimizi dik değil, yere paralel tutarak kalçalarımızdan öne doğru eğilerek yürürdük. Bunun çok farklı bir hareket şekli olduğunu ifade eden Marks, eğer kuyruğumuz olsaydı günlük hayatımızı sürdürürken istemeden de olsa kuyruklarımızı incitmekten kaçınmanın da zor olabileceğini belirtiyor.
Herhangi bir kedi sahibinin gayet iyi bildiği üzere uzun kuyruklar, üzerine basılmaya veya yanlışlıkla kapılara sıkışmaya eğilimli oluyor. Buna karşın kısa kuyruklar da bugün oturduğumuz şekildeki bir sandalyede oturmayı zorlaştırabilirdi.
Marks, “Açıkçası, eğer kuyruklarımız olsaydı, araba koltuklarını ve mayoları yeniden tasarlamamız gerekecekti,” diyor ve ekliyor: “Bence kuyruk, bizim için gerçek bir baş belası olurdu.”
Bu yazıda hangi kaynaklardan faydalandık?