
UN Climate Change https://www.flickr.com/photos/unfccc/52505281492
Birleşmiş Milletler’in “En az 3,3 milyar insan, iklim değişikliğine karşı savunmasız!” uyarısına karşın sera gazı emisyonlarını azaltım konusunda net ve istenen ilerlemelerin gerçekleşmediği bir iklim zirvesini daha geride bıraktık.
Rusya-Ukrayna Savaşı ile ABD-Çin arasındaki “Tayvan” geriliminin yaşandığı bir döneme denk gelen zirvede, iklim değişikliğinin önlenemeyen ve insanların uyum sağlayamadığı etkilerini tanımlamak için BM tarafından ortaya atılan “Kayıp ve Zarar” kavramı gündeme oturdu.
“Kayıp ve Zarar” derken, kaybedilen ve kaybedilmesi beklenen canlar, yükselen deniz seviyeleri, aşırı hava koşulları ve kıtlık nedeniyle yerinden edilen topluluklar, yok olan geçim kaynakları ve kültürel miras, sera gazı emisyonlarının azaltılamaması nedeniyle onarılamayacak şekilde hasar gören ekosistemler de dahil olmak üzere iklim krizinin neden olduğu toplu zararlar kastediliyor.
BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), dünya genelinde yaklaşık 3,3 ila 3,6 milyar insanın iklim değişikliğine karşı oldukça savunmasız olduğunu bildiriyor. Bu insanların birçoğu Batı, Orta ve Doğu Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’nın yanı sıra Pasifik’teki gelişmekte olan küçük ada devletlerinde yaşıyor. Kırılganlıklarının nedeni, yükselen sıcaklıklara karşı savunmasız olmaları.
Yüksek karbon emisyonlarını en çok sera gazı salan ilk beş ülke ise ABD, Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan olarak sıralanıyor. İklim bilimci Christopher W. Callahan ve Justin S. Mankin tarafından yapılan yakın tarihli bir araştırmaya göre, bu ülkeler toplu olarak 1990 ve 2014 yılları arasında 6 trilyon dolarlık küresel ekonomik kayba neden olmuş durumda.
Düşük gelirli ülkeler, bu ülkeler başta olmak üzere gelişmiş ülkelerden kaynaklanan tüm iklim maliyetinin yükünü taşıyor. Bu kapsamda yoksul ve iklim değişikliğine karşı savunmasız olan ülkeler, COP27 öncesinde, gelişmiş ülkeleri, neden oldukları yüksek emisyonlardan dolayı ilk defa bu kadar güçlü suçlamış ve hukuk nezdinde haklarını arama yoluna gitmişti.
Antigua ve Barbuda ile Tuvalu’nun başbakanları, küçük ada devletlerinin uluslararası hukuk uyarınca arayabilecekleri tazminat türlerini araştırmak için bir komisyonu zaten COP26 sürecinde başlatmıştı. Vanuatu liderliğindeki bir grup ülke ise iklim tazminatı için Uluslararası Adalet Divanı’na kadar gidiyordu.
İş ciddiye binince de bu konu, öncelikle COP27’de “tartışma maddesi” olarak kabul gördü ve nihayetinde -ABD, Çin ve AB dahil- neredeyse tüm ülke ve bölgelerin, iklim değişikliğinden etkilenen ve kırılgan olan ülkeler için “Kayıp ve Zarar Fonu” oluşturmayı kabul etmesi, tek dişe dokunur kazanım oldu. Anlaşmaya göre, söz konusu fon, başlangıçta gelişmiş ülkelerden ve uluslararası finans kuruluşları gibi özel ve kamu kaynaklarından gelen katkılardan sağlanacak.

Benim COP27’yle birlikte gördüğüm en büyük sıkıntı ise büyük emisyonlara neden olan ülkelerin, tıpkı “Kayıp ve Zarar Fonu” meselesinde olduğu gibi “parası neyse” verip, iklim konusunda etkili adımlar atmaktan geri durma eğilimde olmaları. İklim krizinin tam ortasında kırılgan ülkelere para vermekle yetinmek, kanayan koca bir yarayı küçük bir yara bandıyla kapatma çabasına benziyor; beyhude.
Carbon Tracker’ın Kurucusu ve Direktörü Mark Campanale de COP27’yle ilgili, Kayıp ve Zarar Fonu’nun kurulması büyük bir atılım olsa da COP27’nin asıl hedefi olan fosil yakıt azaltımı/karbonsuzlaşma konusunda gereken adımların atılmadığını dile getiriyor.
Yeni anlaşma, belki de yapması gereken ilk şey olan fosil yakıt ve emisyonları azaltma konusunu ele almasa da “tutuk bir şekilde” 2015’te Paris Anlaşması’nca belirlenen “küresel ısınmayı, sanayileşme öncesine göre 1,5 °C’yle sınırlama” hedefini koruyor. Ancak bu hedef -ulaşılması imkânsız olmasa da- artık çok gerçekçi gibi görünmüyor.
Zira bu hedefin karşılanabilmesi için küresel karbon emisyonlarının 2030’a kadar en az %50 oranında azaltılması, bugünden de kademeli olarak azaltılmaya çoktan başlanmış olması gerekiyor. Buna karşın ülkeler, Paris Anlaşması’ndan beri yerinde sayıyor ve fosil yakıt kullanımı durmaksızın devam ediyor; hatta bu firmalar, yeşil aklama (greenwashing) yapan banka ve finansal kuruluşlardan finansman almaya devam ediyor.
Benzer şekilde Ümit Şahin’in Yeşil Gazete’de bildirdiğine göre AB, fosil yakıtlar konusunda elini taşın altına koymaya razı olsa da Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, fosil yakıtları kaldırmayı bir kenara bırakın, fosil yakıtların “f”sini gündeme getirmeyecek bir noktada. Rusya ise “Burası enerji zirvesi değil iklim zirvesi, fosil yakıtlar ne alaka,” diyecek kadar akıl tutulması halinde.
Kısacası gezegenimizin kanayan yarası büyük olmasına karşın COP27, “Kayıp ve Zarar Fonu” gibi pansuman niteliğindeki yetersiz bir ilerlemeyle son buluyor. Bu açıdan bazı çevreler, “COP27 yapılmamış olsaydı, Dünya için daha faydalı olurdu,” gibi bir anlayışa bile sahip. Geçen yıl büyük umutlarla başlayan COP26’nın fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından bu yıl COP27’de ortaya çıkan sonuçtan sonra haksız olduklarını da söyleyemeyiz.
Yazı: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
Bu yazıyı yazarken hangi kaynaklardan faydalandık?
scientificamerican.com/article/see-how-much-climate-change-has-cost-different-countries/
carbontracker.org/cop-27-statement/
yesilgazete.org/sarm-el-seyhten-cop27-notlari-4-konferans-yine-niye-kilitlendi/