
ESI Energy’nin rüzgâr türbinleri, 150 kadar kartalın ölümüne neden oldu. Firma, açılan federal davada suçlu bulunup cezalandırıldı. Bu dava, yaban hayatının korunmasına yönelik birtakım fikirler veriyor. Bunun üzerine kısa bir haber-yorum kaleme aldık.
Haber-Yorum: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
Bir zamanlar ne zaman rüzgâr türbini görsem, fosil yakıtlardan yenilebilir enerjiye geçiş adına içimde bir umut belirir, mutlu olurdum. Tabii rüzgâr enerjisi santrallerinin (RES) ekosisteme verebileceği zararları tam olarak bilmediğim zamanlardı. Bende bu farkındalığın oluşması ise Leeds Üniversitesi’nin Ekoloji ve Yaban Hayatı Koruma eğitimine katılmamla olmuştu.
Söz konusu eğitimin bir bölümünde, Birleşik Krallık’ta denizin içinde olup uzak kıyı rüzgârından (offshore wind) faydalanan rüzgâr türbinlerinin, bölgede besin arayışına çıkan sümsükkuşlarına (Morus bassanus) nasıl etki ettiğine dair örnek bir çalışma yapılmıştı: Uçtukları yükseklik, besin arayışı için yayıldıkları alan, kaç kere tur attıkları vb. veriler, rüzgâr türbinlerinin kanat genişliğinden yüksekliğine kadar birçok veriyle bir araya getiriliyor, bir rüzgâr türbininin herhangi bir canlıya zarar verip vermediğine bakılmıştı.
Hatta eğitim katılımcıları da interaktif olarak bu çalışmada yer almış, kısa bir süreliğine bu çalışmayı simüle etmişti. Bu açıdan benim gibi katılımcılar için de farkındalık yaratan bir çalışmaydı. Eğitimin sonunda ise doğa korumacılar, GPS ve basınç verisi toplama gibi yöntemlerle, olası ekolojik zarara engel olmak için RES şirketleriyle doğa korumacıların birlikte çalışması önermişti.
İşte o çalışma, benim RES’lere bakışımı değiştirdi; kuruldukları yerde yaban hayatına herhangi bir zararları olup olmadıklarına yönelik sorgulayıcı bir tutum sergilemeye başladım. Ne zaman bir türbin görsem etrafta bir kuş popülasyonu olup olmadığına bakar hale geldim.
The Guardian’da rüzgâr türbinlerinin neden olduğu yaban hayatı hak ihlaliyle ilgili bir haber görmem üzerine de Gastro Eko’ya kısa bir haber-yorum yazma gereği duydum.

Haberin özeti şu: Yukarıdakine benzer bir çalışma yapmadığı her halinden belli olan Amerikan rüzgâr enerjisi şirketi ESI Energy’nin ülkenin dört bir yanına kurduğu türbinlerin kanatları, 2012’den bu yana en az 150 kartalı (kel kartallar ve kaya kartallarını) öldürmüştü. Bunun anlaşılması üzerine de kendilerine federal bir dava açılmıştı.
ABD Adalet Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, bu ölümlerin 136’sının sebebi netti: Rüzgâr türbini kanadının çarpması. Gelen federal suçlamayı, kesin kanıtlar sebebiyle kabul etmek zorunda kalan firma, daha fazla ölüm ve yaralanmayı önlemek amacıyla yaban hayatını korumaya yönelik 27 milyon dolarlık bir önleme çalışması yapmayı da kabul etti.
Burada kritik olan nokta, ülkede Göçmen Kuş Anlaşması Yasası (MBTA) olması. Bunun önemi ise söz konusu davanın, ihlal edilen federal bir yasa üzerinden açılması. Zira ABD federal yasalarına göre kartalları öldürmek veya onlara zarar vermek yasa dışı.
Kartallar, ABD ulusu için sembolik önem taşımalarının yanı sıra doğa korumacıların yıllardır verdiği mücadelenin de bir parçası halindeler. DDT’nin ortaya çıkışına kadar doğada yaygın olan kartalların popülasyonları, büyük bir mücadele (Sessiz Bahar) sonrasında toparlansa da eski gücüne kavuşamadı. Avcılık (kuşların, bırakılan kurşun içerikleri yutmaları veya keyfi olarak avlanmaları), araba çarpması ve geniş çaplı habitat tahribatları gibi diğer birçok insan kaynaklı etki sebebiyle tam olarak iyileşebilmiş değil.
Sonuç olarak şirket, ilk kertede 8 milyon dolardan fazla para cezası (tazminat) ödemeye mahkûm edildi. Ayrıca tesislerinin çevresindeki kartalları koruyacak izinler için derhal başvuru yapmak ve kartalların yoğun olduğu yerlerdeki tesislerini kapatmak zorunda. Bundan sonra ölecek ve yaralanacak her bir kartal için 29.623 dolar ödemeyi de kabul etti. Tabii ki bu rakam, şirketin milyonlarca doları bulan büyüklüğüne göre dişe dokunur bir para değil ama en azından artık her şey göz önünde ve bunun caydırıcı bir ceza olduğu da aşikâr.
Buradan çıkarılacak ders ise açık; yaban hayatının ve özellikle de tehlike altındaki türlerin bulunduğu bölgelerdeki -RES gibi- ekosisteme etkisi olan faaliyetlerin, Leeds Üniversitesi eğitiminde önerildiği gibi doğa korumacılara danışılarak (hatta mümkünse daha çorak yerlerde) yapılması gerekiyor.
Öte yandan yaban hayatının yasa nezdinde korunması da şirketlerin doğayı hiçe sayan faaliyetleri için caydırıcı nitelik taşıyor. Türkiye’de de buna benzer sayısız ihlal söz konusu. Bu ve benzeri davaların dünya çapında emsal niteliği taşıması da en büyük temennimiz.