
Homeros’un İlyada destanındaki “ve taş kendi ağırlığıyla düştü” ifadesi, tıpkı bugün olduğu gibi kadim uygarlıklarda da ağırlığın önemli bir yeri olduğuna dair fikir veriyor. Bakıldığında ağırlık ve ölçü, bize bir paha sunuyor. Bir şey satın alırken neyin karşılığında ne alabileceğimizin teminatını veriyor. Binlerce yıldır tarım ve ticaret odağında şekillenen ağırlık ve ölçü birimleri, fiziksel karşılıklarıyla birlikte metaforik anlamları da beraberinde getiriyor. Asırlardır kullanılan bu birimler, insanlığın her anlamda kendi hesabını tutmasına yarıyor.
Pera Müzesi’nde Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu’nu ziyaret ettiğimizde de ağırlık ve ölçü birimlerinin geçmişine doğru bir yolculuğa çıktık. Antik Roma ve Antik Mısır’dan Mezopotamya’ya ağırlık ve ölçü birimlerinin tarım ve gıda sistemindeki yerine, hileli tartanlara ne gibi cezalar verildiğine ve metaforik anlamlarına; kısacası ağırlık ve ölçü sanatının, tarihi nasıl şekillendirdiğine dair ilginç bilgiler edindik.
Şimdi, koleksiyon sorumlusu Yavuz Selim Güler’le birlikte asırlar öncesine, antik bir pazar yerine giderek sizi de bu yolculuğa ortak ediyoruz.
Söyleşi: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
- Gözlerimizi kapatıp bir antik dönem pazarına gitsek nasıl bir manzarayla karşılaşırız?
- Günümüzden 2200 yıl önce, Helenistik Dönem’de bir kent devletinde olduğumuzu hayal edelim. Kentin ortasında pazar yeri olarak bilinen agora var. Agorada sadece ürün alışverişi değil, her türlü fikir alışverişi de yapılıyor ve kent sakinlikleri sosyalleşiyor. Zamanları olursa kentliler felsefi tartışmalara da giriyor. Tüccarların tezgâhları agorayı çevreliyor ve gıdadan çömleğe, süs eşyalarından mobilyalara envai çeşit ürünlerini satıyorlar. Alışveriş yapanlar arasında zenginleri, kadınları ve gençleri göremiyoruz. Çünkü onların agoraya gelmesi hoş karşılanmıyor. Agoraya çoğunlukla köleler, yaşlılar ve erkekler gelmiş. Alışveriş yapanlar günümüzdeki gibi pazarlık yapıyorlar ve ürünlerinin reklamını yapmak isteyen tüccarlar da günümüz semt pazarlarındaki gibi bağırarak müşteri çekmeye çalışıyorlar. Bu sırada tüccarların hile yapıp yapmadığını denetleyen agoranomoslar devriye geziyor. Tüccarların kullandıkları ağırlık ve ölçü birimlerinin uygunluğunu kontrol ediyorlar. Uygun bulmadıkları ağırlıkları iptal edip, hile yapan tüccarları cezalandırıyorlar.
- Burada bir tezgâha yaklaşsak bizi ne tip ağırlık ve ölçü aletleri karşılar?
- Bu tezgâhların üzerinde çeşitli boyut ve kütlede ağırlıklar var. Tüccarlar çok geniş yelpazede ürünler sattıkları için birkaç tane ağırlığı yanlarında bulunduruyorlar. Bu ağırlıklar günümüzdeki birimleriyle birkaç kilogramdan birkaç grama kadar geniş bir skalayı kapsıyor.

- Ağırlık ve ölçü birimleri, antik uygarlıklar için ne anlama geliyordu? Kültürü nasıl şekillendirmişti?
- Ağırlık ve ölçü birimleri hem fiziksel bir eşya hem de bir metafordu. Örneğin Antik Mısır’da ölen insanların öteki dünyaya yolculuğunda önemli bir paya sahiptiler. Ölen bireyin kalbi, tanrıların önünde adalet terazisinde tartılırdı. Ölen kişinin kalbi, tartıda adaleti simgeleyen Tanrıça Maat’in tüyünden hafif gelirse o kişinin hayatı boyunca günah işlemediği anlaşılır ve öbür dünyaya gitmeye hak kazanırdı. Eğer kalbi ağır gelirse günahlarından dolayı o kişi öbür dünyaya geçemez ve kalbi timsah başlı canavar Amit tarafından yenirdi.
- En büyük değişimi hangi ağırlık ve ölçü araç-gereci yapmıştı? Neydi, ne oldu?
- En büyük değişim, el kantarının Romalılar tarafından icat edilmesiyle birlikte oldu. Yaklaşık 2000 yıldır hayatımızda olan bu icat sayesinde, iki kefeli terazilerin tartamadığı çok ağır ürünler de tartılabiliyordu. Bu, ticaret için oldukça önemli bir gelişmeydi.


- Antik ağırlık ve ölçü birimleri, bize dönemin gıda ve tarımına dair ne gibi fikirler veriyor?
- Mezopotamya tarımın doğduğu ve geliştiği önemli bir coğrafyaydı. Tarım hayatın önemli bir parçası olduğu için ağırlık ve ölçü birimlerinin de bu sisteme göre gelişmesi kaçınılmazdı. Örneğin o dönemlerde çalışanların yevmiyesi bir kap arpa veya bira olarak ödeniyordu. Devlete veya tapınağa vergi ise buğday veya arpa olarak veriliyordu. Bu nedenle de ağırlık ve ölçü birimleri tarım toplumlarının ihtiyaçlarını karşılamak için geliştirilmiştir.
- Şekel, mina ve talent hangi dönemde kullanılmaya başlandı?
- Bu ağırlık birimleri günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce Mezopotamya’da Sümerler tarafından kullanılmaya başladı. Babiller ve Asurlar tarafından geliştirildi ve günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce ise Asurlu tüccarlar tarafından Anadolu’ya tanıtıldı ve böylece Anadolu da ağırlık ve ölçü tarihindeki yerini aldı.

- Mezopotamya’da ağırlık birimlerinin temelleri nasıl atılmıştı?
- Ağırlık birimleri bulunmadan önce insanlar ürettikleri ürünleri nasıl fiyatlandıracaklarını göz kararı hesaplamayla yapıyordu. Ticaret geliştikçe bu sistemin de geliştirilmesi gerekti ve ilk ağırlık birimleri bu ihtiyaç nedeniyle ortaya çıktı.
- Tohumlar, ağırlık ve ölçü birimi olarak nasıl ve hangi alanlarda kullanılıyordu?
- Mezopotamya’da en küçük ağırlık birimini kil tabletlerden gördüğümüz kadarıyla bir arpa tanesinin 1/3’ü yani yaklaşık 0,0155 grama tekabül ediyor. Bu ağırlık biriminin gerçekten kullanılıp kullanılmadığını bilemesek de Mezopotamya’da kullanılan ağırlıkların temelinde arpa tanelerinin ağırlığı vardı. 180 arpa tanesi 1 şekel yani yaklaşık 8,4 grama eşitti. Bu sistemde 1 mina 60 şekel ve 60 mina 1 talent idi. Bu ölçü birimleri gıdadan değerli maden ölçümüne kadar ticaretin her alanında ürünlerin ağırlığını ölçmede kullanılıyordu.

- Takastan, bir değerle (parayla) satın alıma geçiş nasıl ve ne zaman gerçekleşti?
- Takastan paraya geçiş hemen değil, oldukça uzun bir sürede gerçekleşmiştir. İlk paraların 4.500 yıl önce Mezopotamya’da kullanılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Ancak bu paralar günümüzde kullandığımız paralardan oldukça uzaktı. Bunlar, ağırlıkları belirli standartlara göre ayarlanmış altın ve gümüş parçalarıydı. Bu metal parçaları alışveriş yapanlar tarafından ortak kabul gören, kolayca küçük parçalara bölünebilen, zamanla bozulmayan ve ölçülebilen; ürün almak ve satmak için kullanılan karşılıklardı. Zamanla bu paralar daha küçük parçalara bölündü ve devletler tarafından para dolaşımının kolay kontrol edilebilmesi için üzerine ilgili otoritelerin damgaları vuruldu. Paranın bu uzun evriminde Lidyalıların MÖ 600’lerde ilk sikkeleri icat etmesiyle günümüzdeki para sisteminin temeli atılmış oldu.
- Ölçme ve tartma, birtakım anlaşmazlıkların da önüne geçiyordu sanırım. Ölçü ve ağırlıklar, pazara ve ticarete nasıl bir düzenleme getirmişti?
- Mezopotamya’da yaklaşık 5000 yıl önce ortaya çıkan ölçme ve tartma sistemleri sayesinde alışveriş yapmak isteyenler, almak veya satmak istedikleri ürünleri belirli standartlara göre tartmaya ve ücretlendirmeye başlamıştı. Ancak modern zamanlara kadar uluslararası kabul gören ağırlık ve ölçü birimleri yoktu. Yani her kent devleti ve her devletin kendine özgü ağırlık ve ölçü sistemleri vardı. Bu durum ticarette büyük karışıklara ve anlaşmazlıklara sebebiyet veriyordu. 19. yüzyıl itibariyle kabul görmeye başlayan metrik sistem, uluslararası standartlaşma sorununu da yavaş yavaş ortadan kaldırdı.


- Gıda açısından konuşacak olursak doğru tartmanın önemi ve kurallara uymamanın (eksik tartmanın) cezası neydi? Farklı dönemlerde ne tip cezalar uygulanıyordu?
- Doğru ve adaletli tartmak tarih boyunca her kültür için oldukça önemliydi. Helenistik Dönem (MÖ 323 – MÖ 31) ve Roma Dönemi’nde (MÖ 31 – MS 395) doğru tartmayan tüccarlara çeşitli cezalar verilirdi. Vatandaş olan tüccarlar para cezasıyla cezalandırılırken, köleler kırbaç cezasına çarptırılırlardı. Osmanlı Dönemi’nde de tartma işleminde usulsüzlük yapanlar çok ağır cezalar alırdı. Esnaflıktan men edilme, para cezası, kulaktan çivileme, falaka, hapis, kürek cezası ve idam, hile yapanları cezalandırma yöntemleriydi.

- Ağırlık ve ölçü birimleri tarihinde günümüze doğru gelecek olursak Le Grand K ve Le Grand K2’nin önemi nedir?
- Platin-iridyum alaşımından yapılan Le Grand K, 130 sene boyunca bir kilogramlık kütlenin büyüklüğünü tanımlamada kullanıldı. Zaman içinde sadece elli mikrogram, yani bir toz zerresi kadar ağırlık kaybetmesi üzerine 2019 yılında Planck Sabiti adı verilen bir formüle eşitlendi. Le Grand K2 ise bir formüle eşitlenen kilogramı tekrar fiziksel bir kütleye dönüştürmeyi amaçlıyor. Sanatçı Avşar Gürpınar eserin günümüze yansımalarını şu şekilde tanımlıyor: “Bizim dünyamız, mükemmellikten uzak, kusurlarla ve hata paylarıyla dolu. Çok değişken ve dinamik bir dünya. Dolayısıyla fiziksel olarak görebileceğimiz, hissedebileceğimiz ve gerçek bir ağırlığa endeksli yeni bir kilograma ihtiyacımız var.”
- Bize kendinizden ve bu koleksiyon serginin oluşumundaki rolünüzden bahsedebilir misiniz?
- Koç Üniversitesi’nde Arkeoloji ve Sanat Tarihi anabilim dalında yüksek lisansımı Roma Dönemi’nde Tüccarlar ve Bankerler üzerine yaptım. Koç Üniversitesi’nde Eski Yunanca ve Latince dersleri asistanlığından sonra bir süre müze eğitimi alanında çalıştım ve Ekim 2021’de Pera Müzesi’nde Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu’nun koleksiyon sorumlusu olarak çalışmaya başladım. Benden önceki koleksiyon sorumlusu Hazel Rössle, Ağırlık ve Ölçü Sanatı sergisinin proje yöneticisi olarak bütün hazırlık çalışmalarını koordine etti. Serginin eser seçkisi, künyelerin ve panoların hazırlanması, serginin tasarlanması ve kataloğunun oluşturulmasında aktif rol aldı. Ben ise koleksiyonun tanıtımında, etkinliklerin tasarlanmasında ve koleksiyon hakkında yapılan akademik yayınların oluşturulması üzerinde çalışıyorum.

- Koleksiyonda bizi neler bekliyor? Alanında küresel açıdan ne gibi bir öneme sahip? Tarih ve bilim meraklıları Pera Müzesi’ndeki bu sergiye niçin gitmeli?
- Suna ve İnan Kıraç Vakfı Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu, dünyada ağırlık ve ölçü araştırmaları alanında en çeşitli eser seçkisine sahip koleksiyonlardan biri. On binin üzerinde esere ev sahipliği yapan bu koleksiyon, Anadolu’nun 4000 yıllık ağırlık ve ölçü tarihindeki rolünü anlamak isteyen tarih ve bilim meraklılarını bekliyor. Koleksiyon sergimiz ziyaretçilere ağırlık ve ölçü aletleri etrafında şekillenen ekonomiyi, kültürü, kültürlerarası sistem ilişkilerini, toplumsal güven dinamiklerini ve birimlerin standartlaşmasının yolculuğunu, MÖ 2. binyıldan günümüze uzanan bir süreçte uygarlıkların, tanrıların, tüccarların, usta ve çırakların gözünden keşfetmeyi amaçlıyor; aynı zamanda dönüşümlerin ve sürekliliklerin izlenmesine olanak veriyor.
Çok güzel bir röportaj, Yavuz beyin ağzına sağlık.