
Büyük kenti bırakıp “küçük bir yere yerleşmek” herkesin hayalidir. İşin içine aile ve özellikle de çocuklar girince birçok insan için bu kaçış, hayalden ütopyaya doğru kayıyor. Ancak bu hayallerini gerçeğe dönüştüren bir aileyle birlikteyiz.
Ertem ailesi, metropoldeki hayatlarını bırakıp bir permakültür çiftliği kurdu ve tırnaklarıyla kazıyarak büyüttüler. Sadece tarımsal üretim aşamasında değil, atık ile enerji yönetiminde de doğaya saygılı davranıyor, döngüsel modeli tercih ediyorlar. Aylin Zeynep Ertem’le çiftlikteki hayatlarını ve sürdürülebilir yaşamı konuştuk. Umarım bazı okurlarımıza ilham olur.
Söyleşi: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
- Aylin Hanım, çiftlikteki bir gününüzü anlatır mısınız?
- Çiftlikteki her günümüz birbirinden farklı oluyor. Konvansiyonel tarım yapmadığımız için gün içinde farklı uygulamalar yapıyoruz. Solucan kompostundan tutun da bitkilerin bakımı ya da çiftlikteki tamirat ve bakım işleri olsun çok değişken. Genellikle biz çiftlikteki günümüzü o günün ihtiyaçlarına göre geçiriyoruz. Her ne kadar kafamızda bir plan olsa da her zaman çiftlik hayatında beklenmedik gelişmeler oluyor. Aslında biz çiftliği değil de daha çok o bizi yönetiyor. Genel olarak sabahları erkenden çiftliği gezmek ve gözlemlemek en keyif aldığım işlerden biri.
- “Doğanın içinde ailece daha fazla vakit geçirmek” isteyerek bu yola çıktığınız. Bu kararı almadan önce hangi şehirde, ne işle meşguldünüz ve o günden bu yana sizde neler değişti? Büyük şehirden kopmak isteyen ama bir türlü cesaret edemeyenlere ne söylemek istersiniz?
- İstanbul’da yaşıyorduk. Büyük şehirde yaşayan herkes gibi ben de saatlere bölünmüş günlük bir programa uymak için çaba sarf ediyordum. Trafikten de nasibimi alıyordum. Aslında düzenin içinde bir karmaşa yaşıyordum galiba. Şehir hayatının sunduğu nimetlerden faydalanıp arada sırada şikayet etmeyi de ihmal etmiyordum. Şimdiyse doğanın karmaşasının içinde kendiliğinden gelişen bir düzeni yaşadığımı hissediyorum. En basit örnek, sabah uyanmak için alarm kullanmıyorum. Gün doğunca, yani kalkmak istediğim saatte genelde uyanmış oluyorum. İster istemez yaz kış değişiyor bu saat. Ancak yaz ve kış aylarındaki çalışma saatlerimiz de değişken oluyor hava şartları nedeniyle. Yazın sabah serinde çalışmak güzel, kışın ise soğuk oluyor, bu nedenle iş daha geç başlıyor. Kentten kırsala göç etmek aslında tam olarak planlarımız arasındaydı diyemem. Şehir çocuğuyum ve İstanbul’a aşığım. Kendiliğinden gelişen bir süreç oldu bizimkisi aslında. Önce hafta sonları, sonra yazları derken bir baktık çiftlikte yaşıyoruz. Bu aşamalı geçiş bizi bir yandan buradaki yaşama alıştırmış oldu. Herkesin adaptasyon sürecinin farklı olduğunu düşünüyorum. Kimimiz ani hareket ederken kimimiz de deneyerek yolunu bulmayı tercih ediyor. Kırsala yerleşmeyi düşünen herkese önce gönüllü olarak çiftliklerde çalışıp bu hayatı deneyimlemesini tavsiye ederim.

- Sihirli Tohumlar Permakültür Çiftliği’ni kurmadan önce 5 dönümlük arazide ceviz yetiştiriyordunuz. Ne oldu da 5 dönümden 32 dönümlük bir araziye yayılarak permakültür yapmaya başladınız? Yaşadığınız ilk deneyimde hoşunuza giden, sizi büyümeye iten faktörler ne(ler) oldu?
- O dönemde ceviz yetiştirdiğimiz tam olarak söylenemez. Fidanları diktikten sonra henüz ürün alma fırsatımız olmadan çiftlik genişlemeye başladı. Mevcut arazinin kuzeye bakan yanında sınırda kalan ağaçlar vardı. Kuzeybatı yönüne doğru da küçük koruluk bir alan. Sanırım aklımızı ilk çelen o koruluk oldu. Koruluğun diğer tarafındaki arazinin satılmasıyla başladı her şey. Bize bitişik arazileri almamızla genişledi çiftlik. Bir sonraki motivasyon, dere kıyısında yabani çileklerle dolu koruluğu olan araziydi. Sonraki de ormana cepheli olan başka bir arazi. Galiba motivasyonumuz hep doğa olmuş. Gerçekçi bakarsak da yola çıkış noktamız, çiftlikteki yaşamı sürdürebileceğimiz gıdayı üretmekti. Bu genişleme de onun sonucu oldu.

- 2011’de İstanbul’dan yola çıkarken ne bekliyordunuz?
- Ceviz dikerken ne kadar ürün hasat ederiz, kaça satarız gibi hesaplar yapıyorduk. Şimdi o kadar uzak geliyor ki o konuşmalar. Ceviz diktiğimiz arazi zaman içinde gıda ormanına dönüştü. Çeşitlilik sadece bitki örtüsü olarak değil tüm canlılar olarak gelişti ve zenginleşti. Odağımız da yetiştireceğimiz üründen toprağa, doğaya, insana kaydı.
- Bugüne kadar yaşamış olduğunuz deneyim ve tecrübelere göre hayaller ile gerçekler arasında çok büyük farklar olduğunu düşünüyor musunuz?
- Kesinlikle ve olumlu anlamda. Doğada yaşamak gibi bir hayalin peşinden yola çıkmıştık. Bugün geldiğimiz noktada bizi hayallerimizin ötesinde mutlu eden, zenginleştiren, çoğaltan bir yapı oluştu. Bazen çiftliği gezdirirken anlattıklarımı fark edince büyük bir çoşkuya kapılıyorum. Fark ediyorum ki hayallerimin ötesine geçmiş gerçekleşenler.
- İlk zamanlarda yaşadığınız sorunlardan aklınıza gelen birini paylaşır mısınız?
- Yaşadığımız sorunlar bugün kahkahalarla güldüğümüz hikayelere dönüştü. Aksiyonumuz eksik olmuyor. Hatırladıklarım evle ilgili daha çok. Bir kış ilk defa ısı -17 °C’ye düşünce soğuktan tuvalet giderleri donmuştu. Tuvaletlerimiz kompost tuvalet. Kovalarda biriken küspeyi gübre alanında biriktirip dönüştüğünde ağaçlarda kullanıyoruz. Bir sabah kovayı dökmek için çekmeye başladığımda hiç alışkın olmadığım şırıl şırıl bir ses duydum. Gece gider donduktan sonra da kullanmaya devam etmişiz. Kova dolu olunca fark ettik. Sanırım kırsalda yaşamaya alışınca esneklik de kazanıyoruz. Sorun da çözüm de aynı yerde.
- Çiftliği kurmadan öncesine göre bugün çocuklarınızda ne gibi değişiklikler gözlemliyorsunuz? Çocukların doğaya adaptasyonu konusunda neler söylemek istersiniz?
- Çiftlik öncesinde birkaç yıl karavanla gezdik. Çocuklar da o süreçte alışkanlık kazanmışlardı. Doğa onlar için keşif alanıydı sanırım. Her zaman bitkilerle ve hayvanlarla iç içe yaşadığımız için onların algılarına hep güvenmişimdir.

- Ben de daha iki aylık baba olarak soruyorum; doğaya kaçış öncesi çocuğunuzun eğitimi konusunda kaygılar yaşadınız mı? Ne gibi çözümler ürettiniz?
- Ne harika! Çok büyük heyecan. Keyifle, sağlıkla büyüsün. Ortaokul ve lisedeydi çocuklarımız. İlkokulda olsalardı belki hiç düşünmezdik. Oturmuş bir düzenleri olması, bizim geçiş sürecimizi yavaşlattı. Bu nedenle başlarda kışın hafta sonlarını ve yazı çiftlikte geçirmeyi tercih ettik. Tamamen taşınmamız onların evden ayrılmasıyla birlikte oldu.
- Tekrar ceviz yetiştiriciliğine dönelim; size niçin Mr. Walnut demeye başlamışlardı?
- Süleyman öylesine tutkuyla anlatıyordu ki cevizleri ve çiftlikle olan bağını. Bundan etkilendikleri için bu lakabı taktılar sanırım. Müthiş bir tutku bizim için çiftlik yaşamı.
- Bugün çiftlikte ceviz dışında neler üretiyorsunuz?
- Çok şey. Üretimin büyük kısmını çok yıllık gıda sistemlerinden sağlamayı hayal ediyoruz. Adımlarımızın çoğu bu yönde. Diktiğimiz yemiş ve meyve ağaçlarının yanına kuşkonmaz, enginar gibi çok yıllık sebzeleri entegre etmeye çalışıyoruz. Öncelikle erik, armut, elma, çakal eriği, kuşburnu gibi yabani olarak yetişen bitkilerin bakımını yapıyoruz ve ürün alıyoruz. Ceviz arazisinde dut, Trabzon hurması, elma, erik gibi cevizle uyum oluşturacak ağaçlar dikili. Bir gün vahaya dönüşmesi hayalimiz.
- Fukuoka yönteminin bugün çiftliğinizdeki karşılığı nedir?
- Fukuoka’nın felsefesinde doğaya en az müdahale ile tarım yapmak yatıyor. Fukuoka’nin yöntemlerini direkt olarak uygulamıyor olsak da felsefesini özümsemiş durumdayız. Doğayı gözlemleyerek, müdahalelerimizi yerinde seçmeye çalışıyoruz. Doğayı yönlendirmeye çalışmaktansa doğa ile akışta olmayı tercih ediyoruz. Görüyoruz ki doğa bizim yaptığımızdan çok daha hızlı bir şekilde kendini iyileştiriyor ve dönüştürüyor. En çok anlattığımız örneklerden biri: Bir gün tavuklardan birini 13 civcivle gezerken bulduk, bu tavuk kendi kendine kuluçkaya yatıp 14 yumurtadan 13 civciv çıkarmış. Biz tavukları kuluçkaya yatırmayı denediğimizde sağlıklı civciv oranı çok düşük oluyordu. Aslında müdahale olmadan tarım yapmanın en güzel örneklerinden biri.

“Doğayı yönlendirmeye çalışmaktansa doğa ile akışta olmayı tercih ediyoruz.”
- Bitki kardeşliği prensibine dayalı olarak hangi bitkileri yan yana ekiyorsunuz?
- Ekim dikimlerimizi yaparken bitki kardeşliğine olabildiğince dikkat etmeye çalışıyoruz. En basit olarak aynısefa ve kadife aklıma geliyor. Bu bitkiler özellikle böcekleri uzaklaştırmalarıyla meşhurlar. Hem de bu bitkilerin şifasından faydalanıyoruz.
- Çiftliğinizdeki atık yönetiminden bahsedebilir misiniz?
- Öncelikle çiftliğe ambalajlı ürün almamaya özen gösteriyoruz. Bakkaldan alışveriş edince bunu mümkün kılabiliyoruz. Kendi kaplarımızı ya da torbalarımızı götürüyoruz. Çevrede bizi bu yüzden tanıyorlar sanırım. Esnaf bizi görünce “Onlar torba almaz,” diyor. Mutfak atıkları kompost yapılıyor. Bunun dışında kağıt, plastik, cam ve metal ayrıştırılıyor. Kağıt ve plastiği toplayıcılara veriyoruz. Metali hurdacılarda ihtiyacımız olan varil gibi malzemelerle takas yapıyoruz. Camı ise Saray Belediyesi’nin atık alanına teslim ediyoruz. Öyle şaşırdılar ki şişeleri kumbaraya atarken fotoğrafımızı çektiler ilk gittiğimizde. Mutfaktan çıkan gri suyun partikülleri, çıkışta yaptığımız solucan kompostuna gidiyor. Yağ kapanında yağları ayrışırıp arıttıktan sonra Arap sabunu yapıyoruz. Sonrasında ağaçlık bir alanda emdiriliyor. Duş ve tuvalet ünitesinden çıkan sular septik tank sonrası ağaçlar tarafından emiliyor. Gri sular saz yataklardan geçip gölete veriliyor. Döngüsel bir sisteme ulaşmak için özen gösteriyoruz. İdeale ulaşmak tabii ki de çok zor ama çiftlikte çıkan ‘atıkların’ başka bir şekilde değerlendirmesi için çaba gösteriyoruz. Kompost yapıyor olmak da tabii ki bunun en iyi örneklerinden.

- Peki ya enerjiyi nasıl sağlıyorsunuz?
- Güneş panelleri ve rüzgar enerjisiyle elektrik üretiyoruz. Zaman içerisinde öğrendik ve son birkaç senedir iyi bir dengeye oturdu. Yaşam biçimimiz de değişim gösterdi. Şöyle ki televizyon, ütü, bulaşık makinesi, saç kurutma gibi yoğun elektrik tüketen aletleri kullanmıyoruz. Çamaşır makinesini güneşli günlerde ve öğle saatlerinde çalıştırmayı tercih ediyoruz.
- Çeşitli etkinlikler kapsamında çiftlikte misafir de ağırlıyorsunuz sanıyorum.
- Evet. Çiftlikte hem biz hem de farklı eğitmenlerle çeşitli aktiviteler düzenliyoruz. Mesela çiftlik gezileri, doğa yürüyüşleri, permakültür uygulamaları, yoga ve ses çanakları kampları yapıyoruz. Bu alanı paylaşmak ve insanlara ilham kaynağı olabilmek en büyük motivasyonumuz.