
Gastro Eko, sürdürülebilirlik ve atıksız yaşamı sadece tarım ve gıda odağında değil her yönüyle ele almayı amaçlayan bir mecra. Giyim sektörü ve modanın sürdürülebilirliği de bundan azade değil.
İlk bakışta “sürdürülebilirlik” ve “moda” kavramları birbiriyle hiç uyumlu değilmiş gibi gözükse de konuşmamız ve öğrenmemiz gereken çok şey var. Çünkü sonu olmayan bir tüketim çılgınlığının içinde yaşıyoruz. Giydiğimiz en basit çorap bile dayanıklılık değil, yıpranma esasına göre tasarlanıyor, sürekli yenisini almamız dayatılıyor. Bunun da hem gezegenimize hem de emekçilere bindirdiği büyük bir yük var.
Konuyla ilgili Okan Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü’nden Öğr. Üyesi Gizem Yücelen’le bir söyleşi yaptık. Etiket okumayı öğrenme gibi basit bir adımın bile neleri değiştirebileceği, hangi malzemenin hangi noktalarda çevre için zararları olduğu, nelere dikkat etmemiz gerektiği gibi birçok konuda sektörün içinden çok kıymetli bilgiler edindik.
Söyleşi: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
- Sevgili Gizem, son dönemde içi en çok boşaltılan kavramlardan biri de “sürdürülebilirlik” olsa gerek. Sen modada sürdürülebilirlik üzerine çalışıyorsun. Sence “sürdürülebilir moda” denildiğinde neyi yanlış anlıyoruz?
- Bence yanlış anladığımız ilk nokta, sürdürülebilir modanın sadece çevreyle ilgili olduğu üzerine kasıtlı olarak yaratılmış yanlış algı. Sürdürülebilirliğin sosyal ayağı, sürdürülebilirlik konusunda göz ardı edilen en önemli kısım. Zaten ayaklardan birini yok saydığınız anda, bu ayaklar arasındaki bağları da göz ardı etmiş oluyorsunuz. Mesela bu ürünleri meydana getiren, üretimdeki işgücü ve emek. Bunu yok sayamazsınız. Ve sürdürülebilirlik kelimesi kullanılırken işgücü ve emeğin görmezden gelinmesi canımı en çok acıtan kısım. Bana göre burada şöyle bir durum var, markalar çevreci görünme, geleceğe dair dünyayı iyileştirme iddialarında bulunmayı havada bıraktıkları pazarlama sözleriyle çok kolay başarabileceğini düşünüyor. O yüzden buraya tutunuyorlar. Ama konu üretimindeki işgücü olunca, bu noktada sürdürülebilirlik iddiasında bulunmak, sadece verilecek vaatler ya da -mış gibi yapmakla mümkün olmuyor. Bir kere bu firmaların çoğu kârlarını ucuz emek gücüne borçlu. Bir marka işçisine ya adil yaşam ücreti veriyordur ya da vermiyordur. İşçileri ya sağlıklı koşullarda çalışıyordur ya da çalışmıyordur. Çok somut. Ve bunun garantisini vermek, kârına odaklanan şirketler için büyük bir kayıp. Bu yüzden gözlerini kapatıp, işgücü ve emek sürdürülebilirliğin bir parçası değilmiş gibi davranıyorlar bence. Öte yandan tutundukları çevrecilik dalına ne kadar dürüst ve içi dolu olarak sahip çıkıyorlar o da ayrı bir tartışma konusu… Bir diğer yanlış, moda üretimini tek bir aşamadan oluşuyormuş gibi lanse etmek. Üretim, konsept geliştirme ve tasarım aşamasından başlıyor; sonrasında kumaş seçimi, üretimi ve kullanımı, giysinin üretimi, giysilerin üretildiği yerler arası taşınması, son üretim noktasından satış noktasına taşınması, pazarlaması, ürünlerin sezon sonrası yolculuğu, müşterinin ürünü kullanım aşaması ve sonrasından oluşan uzun bir süreç söz konusu. Çoğu markanın şu an yaptığı, bu upuzun süreçten sadece bir adımını cımbızlayıp, o aşamayı parlatmak, diğer tüm aşamaları göz ardı etmek. “Sürdürülebilir bir kumaş seçtim, bununla sürdürülebilirlik üzerine pazarlamamı da yaptım ve sürdürülebilir bir marka oldum” iddiası, şu an sıklıkla karşılaştığımız içi sıkıntılı bir durum. Burada firmalara şu tip sorular sorulmalı:
- Tasarım aşamasında sürdürülebilirliğe, atığını minimuma indirmeye dikkat ettin mi?
- Üretim miktarların halen korkunç miktarlarda mı?
- Üretiminde çalışan işçilerin çalışma koşulları nasıl?
- Üretimden çıkan atıkların miktarı nedir?
- Ürünlerinin üretim noktaları arasında ve üretim sonrasında taşıma aşamasının çevreye zararı ne boyutta?
- Sezon sonu ürünlerin nereye gidiyor?
- Son kullanım sonrası ürünlerin sorumluluğunu alıyor musun?
Sürdürülebilirlik iddiasında bulunmadan önce bunlar gibi her bir adımda cevaplanması gereken daha onlarca soru var. Yine en başta bahsettiğim gibi sürdürülebilirliğin çevre, sosyal ve ekonomik ayakları birbirinden ayrı ele alınamaz. Ayrı ayrı ve her birinin kesişim noktalarıyla bir bütünün parçaları. Ama şu an gördüğümüz, bütüncül bir yaklaşımdansa, çoğu marka işine gelen kısmı ayırıp, bir sürdürülebilirlik iddiasında bulunuyor.
- Bu noktada endüstrisinin tüketimi teşvik ettiğini açıkça söyleyebiliriz sanıyorum. Adı üzerinde: Moda… Hal böyleyken sence “moda” ile “sürdürülebilirlik” kavramı nasıl yan yana gelebilir. Burada bir çelişki yok mu? Yoksa modayı yanlış mı anlıyoruz?
- Hangi moda tanımının bu yargıya yol açtığını anlamamız önemli bir başlangıç aslında. Moda net çizgilerle budur diye tanımını koyabileceğimiz bir olgu değil, fakat yine de moda kelimesinin üzerine özellikle şu anki moda endüstrisi ve moda algısı sebebiyle birçok yargı yapışmış durumda. Sanayi Devrimi öncesindeki moda anlayışı için bambaşka tanımlar yapılabilirken, Sanayi Devrimi sonrası, hatta şu an içinde bulunduğumuz hızlı modanın tanımı bambaşka. Bu kadar değişen ve dönüşen bir sistem neden en kötü halinde kalmaya mahkûm olsun? Demek ki umut var. Yeni kurulacak moda sistemi ve moda anlayışı neden sürdürülebilir olmasın? Giyim, hayatımızda binlerce yıldır var ve var olmaya devam edecek. Giysilere sadece örtünme, korunma gibi temel ihtiyaç gözüyle baktığımız ilk çağlara dönebiliriz demiyorum. Fakat temel ihtiyaç ile tüketim çılgınlığı arasında bir yer olsa gerek. Giyinmeyi bırakamayacağımıza göre giyinmenin insanları, çevreyi ya da geleceği tüketmediği, sürdürülebilir bir modelini bulmamız gerekiyor. Çok sevdiğim ve sürdürülebilir moda çözümlerinin imkânsız olmadığını gösteren örnekler var aslında. Biri Vollebak adlı bir markanın sürdürülebilir şekilde yönetilen ormanlardaki okaliptüs ile kayın ağacı ve biyoreaktörlerde yetiştirilen alglerden yaptığı tişört. Tişörtü kullanım sonrası bahçenize gömebiliyorsunuz ve burada 12 hafta içinde biyolojik olarak bozularak solucan yemi haline geliyor. Ürün günün sonunda çevre kirliliği ve atığa dönüşmüyor. Bir diğeri Petit Pli adlı markanın, bebek ve çocuk giyimdeki ürünlerin hızlı bir biçimde küçülme ve kullanılamaz hale gelmesi sorununu temel alarak geliştirdiği kumaş teknolojisi. Markanın bu kumaşla yaptığı ürünler bebeğin ya da çocuğun gelişen vücuduna göre genişleyip uzayabiliyor. Ürünün kullanım süresi uzuyor, tüketim azalıyor, ürün için kullanılan kaynaklar normal bir bebek/çocuk giyimdeki gibi birkaç haftalık ya da aylık kullanımdaki gibi heba olmuyor. Bir diğer örnek de ülkemizden; Bego Jeans. Geçmişte kot kumlamada çalışması sebebiyle silikozis hastalığına yakalanan Bego tarafından, bugün kotun yolculuğunu adım adım iyileştirerek kotun can almadan nasıl üretilebileceğini göstermek için kurulmuş bir marka. Bu örnekler modanın tanımının yeniden ve sürdürülebilir bir sistem üzerine yapılabileceğine dair umut veriyor.

- Ülkemizde de faaliyet gösteren İsveçli bir hazır giyim firmasının sürdürülebilirlik iddiasıyla lanse ettiği ‘Conscious’ koleksiyonu için Norveç’in Tüketici Otoritesi (Forbrukertilsynet) bir soruşturma başlatmıştı. Forbrukertilsynet’in Müdür Yardımcısı Bente Øverli açıklamasında şunları söylüyordu: “Firma, ‘Conscious’ koleksiyonundaki kıyafetlerin, sattıkları diğer ürünlere göre nasıl daha ‘sürdürülebilir’ olduğunu açıklamakta yeterince net veya spesifik değil. Firmanın, tüketicilere bu ürünlerin gerçekte olduğundan daha ‘sürdürülebilir’ olduğu izlenimi verildiği sonucuna varıyoruz.” Öyle sanıyorum ki yeşil aklama (greenwashing) kavramının modadaki karşılığı tam olarak da bu. Sektörde buna benzer ne gibi aklama örnekleri var?
- Sayısız. En başta söylediğim gibi sürdürülebilirliği yanlış köşeye sıkıştırmış, eksik tanımla kullanmış, yeşil aklama yapılan o kadar fazla örnek var ki. “Yeterince yeşil aklandıysak artık asıl konuya geçebilir miyiz?” demek geliyor içimden. Aynı markanın Peta iş birliğinde gerçekleşen vegan koleksiyon çalışmasını gördüm mesela. Bütün kavramlar birbirine girdi. Vegan malzemeden bir ürün çalışmak, o ürünü sürdürülebilir yapmıyor. En başta söylediğim üzere üretim aşamasına dair türetilebilecek onlarca soruya cevap verilemiyorsa yine aynı noktada kitleniyoruz. Yılda milyonlarca ürün üreten ve üretim aşamasında ve sonrasında çoğu tekstil atığı haline gelen bir yapı, günün sonunda yine çevre kirliliğine yol açıyor, yine doğaya ve canlılara zarar veriyor. En başta koruduğunu söylediğiniz canlılara sonunda dolaylı olarak yine zarar veriyorsunuz. Bunun neresi sürdürülebilir? Yine şu an Türkiye’de birçok marka tek bir koleksiyonla ya da tek bir koleksiyon ya da ürünle sürdürülebilirlik savunucusu gibi davranıyor. Tüm bu markaları, üretim aşamasındaki cevaplanması gereken tüm soruları cevaplamaya davet ediyorum. Eğer cevaplayamıyor ve kendilerine sürdürülebilir diyorlarsa üzgünüm ama oradan yeşil aklama kokusu çıkıyor. İklim krizi kaygıları arttıkça markalar insanların bu kaygılarını kullanıyor bana göre. Üretimlerine dair iyileştirmeleri, geliştirmeleri tabii ki bize göstersinler, eskiden böyle üretiyorduk ama şu an böyle yapıyoruz desinler. Ama bunu yaparken, kavramları çarpıtarak, düzeltmeye niyetleri olmayan aşamaları karartıp sadece düzelttikleri aşamayı parlatarak değil, bütün aşamaların sorumluluğunu alıp bütün aşamalara eşit derecede önem vererek yola çıkmaları sanki daha doğru olanı. Örneğin organik pamuktan ucuz işgücü kullanarak üretilmiş bir kazak, aklama örneğidir. Geri dönüştürülmüş malzemeden üretilmiş sezon sonrası mağazadan kalkarak kendini atık sahasında bulmuş bir pantolon aklama örneğidir. %99’u geleneksel üretimle üretilmiş ürünlerle dolu bir mağazada bir köşeyi sürdürülebilir koleksiyona ayırmak aklama örneğidir. Feminist söylemlerle kadınlara güç verdiğini söyleyen modanın üretimini yapan ucuz işgücünün %80’i kadınlardan oluşuyor. Bu bir aklama örneğidir. Her türlü aklama örneği; düzeltilmesi gereken ve düzeltilmesi için beklenen onlarca adıma, her gün daha da tükenen çevreye, üretimde emeği geçen ve koşulları iyileşmesi için çaresizce bekleyen işçilere, geleceğe, her şeye, herkese haksızlık.

- Buna benzer hazır giyim/hızlı moda markaları hem çevreye duyarlı görünmek hem de daha fazla giysi satmak için çevreci terminolojinin belirsizliklerini kurnazca kullanıyor. Bu belirsizliğe bir son vermek istesek, sence bir ürünü gerçekten sürdürülebilir ve çevre dostu yapan faktörler neler? Firmalar süreci nasıl tasarlamalı; sınırlar nasıl çizilmeli?
- Burada anahtar noktanın “daha fazla giysi satma hırsı” olduğunu düşünüyorum. Şu anki inanılmaz üretim adetleri ve tüketimi teşvik eden söylemlerle hem çevreye duyarlı hem sürdürülebilir marka olma iddiası gerçekçi değil. Mesela Patagonia markasının çok güzel bir ceket reklamı var. Reklamda eğer ihtiyacınız yoksa bizden bu ceketi almayın diyor. Bu ceketin tüketiminizi azaltmanızı sağlayacak şekilde uzun süre giyebileceğiniz bir ceket olduğu, ürün için onarım hizmeti verildiği, giymeyi bırakırsanız ürünü alacak başka biri bulunabileceği ve eğer isterseniz ürünün kullanım sonrası geri dönüşüme sokulabileceği söyleniyor reklamda. Tüketimi azaltma fikrinden başlayarak, ürünün son kullanımına kadar bütün süreci planladıkları ve sürece hâkim bir yaklaşım. Bana göre ilk sınır tükettirme aşamasında çiziliyor ve markanın samimiyeti burada başlıyor: Marka halen tüketici üzerinde tüketim baskısı kuruyor mu kurmuyor mu? Siz çılgınlar gibi trendlere bağlı kalıp tüketmeye devam edin, kendinizi yeni bir şey almadıkça yetersiz hissedin, sürekli daha iyi hissetmek için yeni kıyafetlere ihtiyaç duyun diyorsa burada iyi niyetli olmayan bir yaklaşım var.

- Kullandığımız bir moda ürünündeki malzemenin sürdürülebilirliğinin peşine nasıl düşebiliriz? Aldığım bir tişörtteki pamuğun üretim sürecinde, bir hayvanın yaşam alanının yok edilmediği, doğal kaynakların aşırı bir şekilde kullanılmadığı veya çocuk işçi çalıştırılmadığını ve işçi haklarının yoğun bir şekilde sömürülmediğini nereden bilebilirim? Gerçekten etik olan markaları, -mış gibi gözükenlerden nasıl ayırabiliriz? Belli sertifikasyonlar var mı?
- Eğer marka tedarik zincirini açıklamıyorsa bireysel çabayla öğrenmek çok zor. Bazı organizasyonlar, sivil toplum kuruluşları bunun peşine düşüyor. Ürün bazlı yaptıkları uzun araştırmalar sonucunda ürünün bütün yolculuğunu ortaya çıkarabiliyorlar. Mesela Public Eye adlı bir kuruluşun, yine bildiğimiz büyük hızlı moda markalarından birinin sürdürülebilirlik iddiasında bulunduğu bir ürününe dair araştırması var. Üzerinde “Saygı: Benim için ne anlama geldiğini bul” yazan bir sweatshirt’ün üretiminde emeği geçen işçilere ne kadar saygı duyulduğunu bulmayı hedeflemiş araştırma. Raporu okuyunca, sonuca varmak için nasıl uzun, büyük ve ülkeler arası bir araştırma yapılması gerektiğini, markanın çoğu noktayı açıklamamak için nasıl ayak direttiğini görebiliyorsunuz. Tabii işgücüne pek saygı duyulmadığını da… Böyle bir araştırmayı her bir markanın her bir ürününe yapmak, marka açıklamadığı sürece çok zor bir süreç, hele ki bireysel bir uğraşla. Ama bireysel uğraş, marka üzerinde kurulacak baskı için önemli bir nokta. Markaların tedarik zincirleri hakkında şeffaf olmaları markalardan talep edilen en önemli unsurlardan. İşte bu noktada bireysel olarak artmasına destek olabildiğimiz tüketici talebiyle markalar artık kendilerini kanıtlamak için çalışmalara başladı. Samimiyetle yapıp yapmadıkları tartışmaya açık olsa da. Bu noktada markaların şeffaflığını, adil ticaret yapıp yapmadığını ya da üretimde çevresel etkilere dikkat edip etmediğini teyit etmek için kullanılan sertifikalar girdi oyuna. Fakat burada yine sertifikanın da -mış gibi görünen bir sertifika olup olmadığına dikkat etmemiz gerekiyor. Markaların sadece parasını vererek alabileceği, eleme kriterleri çok katı olmayan sertifikalar da yok değil.
- Biliyorsun; mağazadan aldığımız veya internetten sipariş ettiğimiz bir ürün bize gelene kadar uzun bir süreçten geçiyor; üretim sürecinde ihtiyaç duyulan su gibi doğal kaynaklardan taşıma-dağıtım aşamasına kadar salınan yoğun sera gazı emisyonuna kadar arkasında büyük bir ekolojik ayak iz bırakıyor. Hal böyleyken sürdürülebilir bir moda nasıl mümkün olabilir?
- Aslında az önce sürdürülebilir moda tanımını yaparken söylediğim gibi, sürdürülebilir modayı şu an var olan moda sistemi üzerinden tanımlamamak gerekiyor. Sürdürülebilir moda bambaşka bir sistem önerisi, zaten şu an bildiğimiz moda sisteminin sürdürülebilir olmadığı ve olamayacağı asıl söylem. Bana göre beklenti, şu anki sistemin düzelmesi değil yıkılması ve daha iyisinin kurulması üzerine olmalı. Daha az tükettiğimiz bir düzende, daha çok değerini bildiğimiz, uzun yıllar kullanabildiğimiz, atmak yerine onardığımız, belki takas ettiğimiz giysilerle geçirdiğimiz bir yaşam hayali mesela… En sürdürülebilir ürünün çoktan gardırobumuzda olan ürün olduğu söylenir. Aslında Amerika’yı tekrar keşfetmeye çalışıyoruz ama bu yaşam hayali çok da uzak olmayan bir geçmişimizde vardı. Sadece hatırlamamız gerekiyor. Öte yandan sektörel olarak bakarsak, şu an kurulu olan ucuz iş gücüne bel bağlamış, ucuz materyallerden, korkunç miktarlarda pervasızca üretim yapan, tüketimi pompalayan hızlı moda modeli yıkılmaya mahkûm bu hayalde. Emeğin hakkının verildiği, üretim miktarının daha kontrollü ve az olduğu, her bir yeni ürünün üretiminde el değmemiş ve tükenmekte olan kaynakların kullanılmadığı, son kullanım sonrası atığa dönüşmek yerine tekrar üretime giren giysilerden oluşan, üretimin belki daha küçük ölçekte, globallikten lokalliğe indirgenmiş boyutta ve bize kullanıp atacağımız değil, gerçekten uzun süre giyebileceğimiz giysiler veren bir moda sistemi hayali daha çok sürdürülebilir modadır. Bir de burada bir parantez açmam gerekiyor. Sürdürülebilir modanın karşısına hep hızlı moda koyuluyor. Fakat bu bakış açısı diğer suçluları gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Evet hızlı moda değişmesi gereken ilk hedef belki ama diğer moda sistemlerini de unutmamak gerekiyor sürdürülebilir moda hayali kurarken. Örneğin birkaç sene önce çok büyük lüks moda markalarından birinin markalarını korumak adına, satılmayan 28 milyon sterlin değerindeki mallarını sezon sonrası yakarak yok ettiği haberleri çıktı. Ya da yavaş moda, yavaş üretim diye lanse edilen bir ürünün tamamen petrokimyasal el değmemiş (virgin) hammaddeden ya da ucuz iş gücünden oluştuğunu düşünelim. Bunlar bugün geldiğimiz noktada yaratılan kavram karmaşasının bize hediyeleri. Sürdürülebilir moda sadece hızlı modanın değil bütün bu örneklerin de karşısında bir hayal.
- Ürünlerin sezon sonunda atık haline gelmesi başlı başına büyük bir israf. Gıda ziyanına karşı durduğumuz kadar modada sürdürülebilirlik üzerine çalışanların da bu duruma karşı çıktığını tahmin edebiliyorum. Modada israfın boyutu ne düzeyde?
- Bugün üretim tamamen dursa, şu an dünyadaki kıyafet miktarıyla daha yıllarca çıplak kalmadan idare edebiliriz desem abartmış olmam sanırım. BBC’nin 2020 yılında yayınladığı bir habere göre, küresel olarak, her yıl yaratılan tahmini tekstil atığı miktarı 92 milyon ton. Her saniye yakılmaya ya da bir yerlere gömülmeye doğru yola çıkan bir kamyon dolusu tekstil atığından bahsediliyor. Ve böyle devam ederse 2030 itibariyle bu miktarın yıllık 134 milyon tonlara çıkacağı tahmin ediliyor. Korkunç rakamlar! Üretimde tekstil atığından geri dönüşümle yine tekstil sektörüne malzeme kazanımı halen %1’lerde. Şu an geri dönüşümlü malzeme diye lanse edilen, başka sektörlerin atıklarının tekstil sektöründe değerlendirilmesini de bu rakama katsak bile el değmemiş (virgin) kaynak kullanımı miktarı halen %90’ların üzerinde. Üretim azalmadığı ve üretim döngüsü kapatılmadığı sürece, üretilen ürünler bütün süreçteki harcanan kaynaklarla, verilen emekle israf olmaya, çöpe gitmeye devam ediyor. Zaten üretim sürecinin kendisi dünyaya korkunç bir yükken, bu yüke bir de son kullanım ya da sezon sonrası gözden çıkarılan giysilerle yeni bir kirlilik yükü ekleniyor. Ve bu yükü tabii ki gelişmiş ülkeler değil gelişmekte olan ülkeler çekiyor. Plastik atığı satın alan bir ülke olarak garipsemeyeceğimiz bir konu olacak sanırım; Gana’da bulunan Batı Afrika’nın en büyük ikinci el kıyafet pazarı Kantamanto, gelişmiş ülkelerin gözü görmesin diye buraya, arka bahçelerine, gönderdikleri tonlarca ikinci el kıyafetlerle boğuşuyor. ABC’nin haberine göre bölgeye gönderilen haftalık kıyafet miktarı yaklaşık 15 milyon parça. Bölgenin giyim kültürünü yok etmesi bir tarafa, gönderilen ürünlerin bölgenin kaldırabileceğinin katbekat üstünde olması yine tonlarca kıyafetin satılamamasına ve hayatlarının bu bölgede atık sahalarında son bulmasına, çevre kirliliğine, sosyal ve ekonomik sorunlara neden oluyor. Bir diğer arka bahçe örneği, Şili’de bulunan Atacama Çölü… Yıllık yaklaşık 39 bin ton satılamayan giysi bu çöle atılıyor. Bunlar ürünlerin son kullanım sonrası israfının ve dünyanın sayısız yerinde oluşmaya devam eden moda çöplüklerinin sadece iki örneği. Üretimdeki enerji israfını, kaynakların israfını, kumaş israfını, emek israfını da eklersek üzerine, çöpe gidenin sadece bir pantolondan ibaret olmadığını görebiliriz. Belki bugün üretimin tamamen durmasını ve elimizdeki ürünlerle bir süre idare etmeyi denememiz, şimdi düşününce en güzel çözüm.

- Birleşik Krallık Atık ve Doğal Kaynaklar Eylem Programı’na (WRAP) göre giysiler, üç yıllık ortalamalarından sadece üç ay daha uzun süre kullanılırsa, giyim endüstrisinin karbon, su ve atık etkileri %10’a kadar azaltılabilir. Buradan bakınca tüketici olarak bizim de yapabileceklerimiz var gibi görünüyor. Bu konuda başka neler yapabiliriz?
- Tüketici olarak üzerimize o kadar büyük yük düşüyor ki… Hiçbir marka bir sabah uyanıp ben artık çalışanlarım ve dünya için daha hayırlı bir marka olmak istiyorum demeyecek. Bunu dedirtecek olan biz tüketicileriz. Öncelikle ilk uyanış, üzerimizdeki tüketim baskısını görmemizden geçiyor. O kadar benimsediğimiz bir şey ki yeni bir şey almazsak eksik hissedeceğimiz, tam olamayacağımız, ancak tüketirsek var olabileceğimiz… Bunu yıkmak gerçekten kolay değil. İçine doğduğumuz, en iyi bildiğimiz, bize öğretilen şey bu. Hele ki şu an kafamızı çevirdiğimiz her yerde tüketmemiz için bilinçaltımıza sızan bunca reklam, pazarlama ve satış taktiği varken. İlk yapmamız gereken bir durmak, bütün bunlara bir uzaktan bakabilmek. Ben bu kadar kendimi terbiye etmeye çalışmama rağmen halen sosyal medyada iki hikâye arasında çıkan bir reklamda “aa ne güzel kazakmış” diyerek kendimi bir anda satış noktasında bulup “bir dakika ya yine oluyor” diyerek zorla geri dönebiliyorum. Her zaman şunu söylüyorum. Herkesin bütçesi kendi kazancına göre. Kimseyi hızlı moda markasından kıyafet aldı diye suçlamanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Ama alan kişilerin (ben de dahil) her seferinde alırken şunu düşünmesi gerektiğini söylüyorum: “Almak üzere olduğumuz o kazağı gerçekten ihtiyacımız olduğu için mi alıyoruz yoksa o kazağı aldığımız diğer 30 kazağın yanına koyup daha tamamlanmış hissetmek için mi alıyoruz?” Tüketim çılgınlığının durması, dediğim gibi markaların uyanışıyla değil, tüketicilerin uyanışıyla gerçekleşecek. Aldığımız ürünlerin kullanım sürelerini uzatmak kesinlikle etkinin azaltılmasında önemli rol oynuyor. O ürünü ne kadar erken gözden çıkarırsak, kullanımına harcanan kaynakları da beraberinde gözden çıkarmış oluyoruz. Ne kadar çok kullanırsak da kullanılan kaynakların o kadar hakkını vermiş oluyoruz. Sonraki yapabileceklerimiz, ürünlerin içeriğini ve kalitesini kontrol etmek. Eğer ürünün daha elinizdeyken kalitesiz olduğunu hissediyorsanız; dikişi, kumaşı kötü geliyorsa, o ürünü kullanım süreniz emin olun uzun olmayacaktır. Etiket okuma ve içerik kontrolü yapmayı öğrenmek bir diğer adım. Markaların söylemlerinin samimiyetini ve gerçekliğini sorgulamak da hiç bırakmamız gereken bir alışkanlık olmalı. Bir diğer önemli görev ise bu konuda aktif bağımsız organizasyonları ve STK’leri takip edip, markalar üzerine daha şeffaf, daha adil, daha çevreci olmaları için kurulan ya da kurulacak baskıyı arttırmaya yardımcı olmaktır. Değişime yol açan bütün kampanyaların en büyük gücü tüketicilerin desteğinden geliyor. Çünkü markalar tüketicileri için ve tüketicileriyle var oluyor. Yani gücümüz gerçekten büyük.


- Sen hem akademisyen hem de tasarımcı olarak işin mutfağındasın. Modanın üretim süreçlerinde en çok hangi aşamalarda çevreye zarar veriliyor?
- Önce dilersen aşamaları bir listeleyelim. Sonrasında etkileri üzerinden gidelim. Çünkü gerçekten içinden çıkılması güç bir üretim yapısından bahsediyoruz. İlk aşamada genel tabloyu görmek için takip ettiğim Dr. Sue Thomas tarafından hazırlanmış çok güzel bir şema var. Bütün moda üretim sürecini dörde ayırıyor. Tasarım Aşaması> Üretim Aşaması> Satın Alım Öncesi Aşama> Satın Alım Sonrası Aşama. Tasarım aşamasında çevreye zarar verebileceğiniz ilk nokta, tasarım aşamasının kendisi. Farklı renk istekleri sebebiyle derelerin çeşitli kimyasal renklere boyanması, yapılan tasarımın kalıbı nedeniyle ortaya çıkan kumaş atık miktarı, ürün üzerinde ürünün geri dönüşümünü engelleyebilecek aksesuarların kullanılması, yine ürünün geri dönüşümünü engelleyebilecek farklı kumaşların kullanılması hepsi tasarım aşamasında verilecek tasarım kararlarına bağlı. Ürünün tasarımı bitti. Ürün için kumaş seçimi ve kullanımı geldi. Ortaya çıkabilecek çevresel etki burada yapılacak kumaş seçimiyle artabilir veya azabilir. Aynı zamanda bir parantez açarak buranın şu an sürdürülebilirlik iddialarının en çok döndüğü, aynı zamanda yeşil aklama yapılmasına olanak sağlayan, “Kumaş seçimini organik pamuktan yana yaptık, oldu” denilen adım olduğunu da belirteyim. Ürünün tasarımını bitirdik, kumaşını da seçtik. Şimdi üretime geçersek daha da kompleks bir yapı bizi bekliyor. Tedarik zinciri adı verdiğimiz bu yapı, hammadde üretiminden iplik üretimine, kumaş üretiminden aksesuar üretimine, giysilerin dikiminden ve markaya teslimine kadar tüm üretim adımlarını kapsıyor. Bu adımların her biri çevre için tehdit oluşturabilecek uygulamalara sahip. Kumaş üretiminde kullanılacak hammadde temini için ormanların yok olma tehditti, geleneksel pamuk üretimi için kullanılan inanılmaz boyuttaki su miktarı, iplik ve kumaşlar için kullanılan kimyasal boyaların suları kirletmesi, hayvansal ürünlerin teminindeki vahşet, petrokimyasal malzeme üretiminin çevreye zararları, üretim yerlerinden çıkan tekstil atıkları gibi uzayıp giden bir zararlar listesi var bu aşamada. Üretimi de bitirdik, şimdi ürünlerin taşınmasına geldi sıra. Burada da tahmin edersin ki dünyanın bir ucunda üretilen kıyafetler merkez ülkelere çekiliyor ya da dünyanın dört bir tarafına dağıtılıyor. Korkunç bir taşıma trafiği ve çevresel etki de burada karşımıza çıkıyor. Bütün bunların yanında belki devede kulak kalacak ama satış ve pazarlama çalışmalarında, satış noktalarında, mağazalarda da yaratılacak karbon ayak izini işin içine katmak gerekiyor. Sonra yine korkunç bir aşama geliyor: Sezon sonrası satışı yapılamayan tonlarca ürün… Bu ürünler de daha önce bahsettiğimiz gibi dünyanın çeşitli yerlerinde çöp dağı olarak büyümeye devam ediyor. Ürün satıldı diyelim. Burada da tercih ettiğimiz ürüne göre ürünlerin yıkama ve bakımı aşamasında çevreye zarar veriyor olma ihtimalimiz ortaya çıkıyor. Ellen MacArthur Foundation raporuna göre, 2015 yılında giysilerin yıkama aşamasında sulara sızan (özellikle polyester kumaşlarda bulunan) mikrofiberlerin miktarı yarım milyon ton. Ve ürünün artık son kullanım sonrası. Geri dönüşüme giremeyen giysiler bu aşamadan sonra da ömürlerini bir yerlerde toprağa gömülerek ya da yakılarak tamamlıyor. Soruna gelecek olursam, cevap veriyorum: şu anki mevcut sistemde neredeyse bütün aşamalarda çevreye zarar veriliyor.
- Ekolojik bilince sahip tüketiciler olarak hangi ürünleri tercih etmeliyiz?
- Yine bir ürünü tercih etme sebebimiz gerçekten ihtiyaçtan geliyorsa farklı, sadece tüketim isteğinden geliyorsa farklı bir cevabım olacak soruya. Tüketim isteğinden geliyorsa kendimize, “Gerçekten almak üzere olduğum o yirmi beşinci elbiseye ihtiyacım var mı?” diye sorarak yol yakınken oradan uzaklaşabiliriz. İhtiyaçtan geliyorsa, daha önce söylediğim gibi bütçemize uygun ürünü seçmek zorunda olmamızı bizim suçumuz olarak görmüyorum. Sürdürülebilir olan ve hakkını veren ürünlerin fiyatları haliyle daha yüksek. Bütçemiz varsa kumaşından üretimine, son kullanımına ince ince işlenmiş, düşünülmüş çok güzel sürdürülebilir ve lokal markalar var. Ama bütçemiz daha düşükse ikinci el güzel bir seçenek olabilir. Çünkü zaten üretilmiş, bu dünyaya gelmiş ve ikinci bir hayatı, kullanımı bekliyor. Öte yandan bildiğimiz moda markalarından şöyle ürünleri tercih edin demek bana zor geliyor. Çünkü bize gösterilen “çevreci” bir ürün ama arkasında dönen çevreye zarar bin ürün.
- Ben veganım. Deri ürünleri zaten almıyorum. Onun dışında hangi içeriğe sahip ürünleri almamalıyım? Hangileri vegan değil?
- Moda sektöründe şu an veganlık ve sürdürülebilirlik tanımı üzerine de inanılmaz bir kafa karışıklığı var. Hayvansal deri olmayan ama tamamen petrokimyasal malzemelerden üretilmiş eskinin adıyla “suni deri” mesela şu an vegan deri olarak anılmaya başladı. Bu ürün zaten petrokimyasallardan üretilen bir malzeme. Günün sonunda bu petrokimyasal malzemenin doğaya ve canlılara verdiği zararı görmezden gelip sadece yapımında hayvansal ürün kullanılmaması bu ürünü vegan yapar mı? Bence büyük bir soru işareti. Öte yandan Türkiye’de henüz kullanımı yaygın değil ama dünyada ananastan, elmadan, kaktüsten, mantardan yapılan deri seçeneklerinin, laboratuvar ortamında yaratılan bio-derilerin kullanımı yaygınlaşıyor. Heyecanla burada da bunları görebileceğimiz ve tercih edebileceğimiz günleri bekliyorum. Deri dışında yün, kürk, ipek, kuş tüyleri giysilerde karşılaşabileceğiniz vegan olmayan malzemeler. Bunların yanında dediğim gibi direkt hayvansal ürün kullanılmasa da hayvanların doğal yaşamını tehdit ederek dolaylı olarak hayvanlara zarar veren malzemelerin vegan sayılıp sayılamayacağını da bir soru işareti olarak buraya bırakabilirim.
- Peki ya vegan olmayan ama sürdürülebilirlik ve doğa dostu olmasına özen gösterenler, ürün etiketine bakarken nelere dikkat etmeli?
- Etiket içeriği okumak tüketici olarak, aldığımız ürünü tanımamız adına önemli bir hareket. Gıdada genelde yaptığımız bir şey ama iş giysilerimize gelince çok da alışkanlık edinmediğimiz bir nokta. Ama tenimizde bütün gün bizimle gezen giysileri de yediklerimiz kadar tanımamız gerekiyor. Alacağımız ürünün hangi kumaştan yapıldığı, hangi oranlarda hangi kumaşlar kullanıldığı, yıkama ve bakım talimatları, ürünün nerede üretildiği giysi etiketlerinde karşılaşabileceğimiz bilgiler. İlk özene kendimizden başlarsak, tenimize değecek ürünün hangi kumaştan yapıldığı, sağlığımıza zararı olup olmadığı önemli bir konu. Ben mesela etiket kontrolünde kişisel olarak ilk olarak polyester kullanılıp kullanmadığına bakıyorum, polyester giysi kullanımını hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. İçerikte hep şu hammaddeyi tercih edin diye genelleyebileceğim bir hammadde yok maalesef, işin rengini o malzemenin o ürüne dönüş aşamasındaki bütün adımlar değiştirebiliyor. Yani en masum malzeme bile canavarca bir süreçle ürün haline gelebiliyor. Ama karşılaştırma yapacaksak, el değmemiş (virgin) polyester ürünlerdense geri dönüştürülmüş polyesteri seçmek, polyester seçmektense doğal kumaşları hatta doğal kumaşların organik olanlarını tercih etmek daha mantıklı bir yaklaşım olabilir. Doğal kumaşları da genelleyerek hepsi çok masum diyemeyeceğimizin en üzücü örneği olarak üretiminde inanılmaz miktarda su, kimyasal ilaçlar ve emek sömürüsü kullanılan geleneksel pamuğu gösterebiliriz. Yine içerik okumada, ürün lanse edilirken kullanılan terimlerin etikette belirtilen içerikle tutup tutmadığını kontrol edebiliriz. Geri dönüştürülmüş, doğaya saygılı denilen bir tişörtün sadece %10’unun geri dönüştürülmüş malzemeden oluştuğu örnekler bu kontrolün gerekliliğini ortaya koyuyor. Ürünün etiketlerinde yer alan diğer bilgiler, yıkama ve bakım talimatları, ürünü daha uzun süre kullanabilmemiz için bize verilen bir yol haritası. Bu bilgileri göz ardı etmemiz ürünün kullanım ömrünü kısaltabilir. Bir diğer etiket bilgisi ise ürünün nerede yapıldığı. Burada gördüğümüz ülke ismi aslında ürünün üretiminde ucuz iş gücü ve sömürü kullanılıp kullanılmadığına dair bize ipucu verebilir. Gelişmekte olan ülkeler çoğu zaman zaten ucuz iş gücü sebebiyle üretimin yapılmasının tercih edildiği ülkeler. Benzer şekilde yapıldığı ülkeler ürün başına ödenmiş tahmini ücrete ve dolayısıyla ürünün kalitesine dair de bir fikir verebilir.

- Sence moda sektörünün nasıl bir değişime ihtiyacı var? Moda, döngüsel ekonomiye nasıl katılabilir?
- Değişime değil, yıkıma ve yeniden inşasına ihtiyaç var. Çünkü değişim şu anki gibi ilerlerse bizim daha yıllarca küçük adımlarla ikna edilme çabalarımızla, -mış gibi yapmalarımızla ve hiçbir sonuç alamamamızla geçecek demek. Gerekli olan ise acil dönüşüm; yeni bir sistem önerisi en mantıklı çözüm. Bu mantıklı çözüm de tanımlanabilecek en iyi haliyle sürdürülebilir moda sistemi olmalı.