
Doğal kaynaklar hiç tükenmeyecekmiş gibi hareket etmek, insanlığın en büyük hatalarından biri olsa gerek. Sürdürülebilir olmayan her yöntem, söz konusu ekosistemdeki canlıların neslini tehdit ediyor. Dolayısıyla gıda güvenliği ve insanlığın refahını da tehlike altına alıyor.
Konuya karasularımızdaki sucul ekosistem ve aşırı avcılık faaliyetleri üzerinden bakalım. FAO’nun Akdeniz ve Karadeniz Balıkçılığının Durumu (SoMFi 2020) raporuna göre bölgedeki ticari balık popülasyonlarının %75’i aşırı avlanmaya maruz kalıyor. Dünya genelinde de durum farklı değil. WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu’na göre balık popülasyonları son kırk yılda ortalama %50 ila %75 azalmış durumda.
Konuyla ilgili merak ettiklerimizi, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Deniz Biyolojisi ve Balıkçılığı Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ali Cemal Gücü‘ye sorduk. Deniz ekosistemlerinin sürdürülebilirliği için bilimsel tavsiyenin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatan Gücü, balıkçılara da çok kıymetli tavsiyelerde bulundu.
Söyleşi: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
- Ali Cemal hocam, 1983’te Ege Üniversitesi Biyolojik Oşinografi bölümünden mezun oldunuz. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarınızı da ODTÜ’de deniz biyolojisi ve balıkçılığı üzerine yaptınız. Akademik kariyerinize dönüp baktığınızda sizi en çok ne üzüyor? Mesela 1980’lerde gözlemlemiş olduğunuz ama bugün nesli tükenmiş olan türler var mı?
- Nesli tükenmiş diyemeyeceğim ama nesli tükenecek gibi görünen tür sayısı ne yazık ki her geçen gün artıyor. Ancak beni esas üzen bu yok oluşu umursayan, bundan endişe duyan, dert edinip çözüm bulmaya çalışan bir nesil yetiştirememiş olmamız.
- Bugün hangi türler yok olma tehlikesi yaşıyor?
- Benim üniversitede okuduğum yıllarda “nesli tükenmiş türler” dendiğinde akla sadece dinozorlar gelirdi. Bugün ise artık 100 yıl sonra iklim değişimi, kirlilik, aşırı avlanma ve Süveyş Kanalı ya da HES’ler gibi denizlere yapılan büyük müdahaleler sonucunda hangi türler yaşamını sürdürebilecek onu konuşuyoruz. Sorduğunuz türler bundan 20-30 yıl önce Akdeniz foku ve deniz kaplumbağalarıyla sınırlı iken bugün deniz çayırlarından bazı kıyı yosunları ve pinnalara, Mersin balıklarından Karadeniz alasına, yılan balıklarından deniz atlarına ve yunuslardan köpek balıklarına kadar uzanan upuzun bir liste var. Daha da endişe verici olan ise durumlarını izlemediğimiz için bilmediğimiz, ama belki de ekosistemde kilit rol oynayan binlerce tür de yok olmanın sınırına doğru gidiyor.

- Bu tehlikenin temel sebeplerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
- İklimdeki düzensizlikler ve küresel ısınma en endişe verici ve engellenemez gibi görünen faktörler. Çünkü bunlar sadece türlerin biyolojileri üzerinde baskı oluşturmakla kalmıyor, denizlerdeki su hareketlerinden denizin kimyasına kadar her şeyi etkiliyor. Karadeniz’de akıntılardaki değişimlerin, hamsinin göç davranışını da değiştirdiğini; Akdeniz’deki asitlenmenin ise flora ve faunada değişimlere neden olduğunu biliyoruz. Bunun yanında, Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj olayında olduğu gibi, denize arıtmadan salınan atık sular, ekosistemin işleyişine engel oluyor. Aslında bu tip kirlilik, toprağa atılan gübre gibi. Nasıl ki gübreyi fazla verirseniz, ayrık otları aşırı artıp esas ürününüzü boğarsa, atık sular da denizlerde bitkisel planktonu arttırıp diğer türlerin boğulmasına neden oluyor. Bu sorundan en çok etkilenen türlerden biri “Akdeniz’in ormanları” olarak bilinen, sayısız canlıya habitat, barınma, beslenme sağlayan deniz çayırları. Bitkisel plankton, kirliliğe bağlı olarak aşırı arttığı zaman denizin tabanındaki deniz çayırlarının fotosentez için gerek duyduğu gün ışığını perdeliyor ve çayırların ölmesine neden oluyor. Onlar ölünce de çayıra sığınmış balık yavruları, pinnalar, deniz atları, midyeler ve onlarla beslenen pek çok canlı da yok oluyor. Tabii dur durak bilmeden gelişen balıkçılık filomuzu da unutmamak lazım. Aşırı avlanma stokların kendini yenilemesine izin vermemesinin ötesinde, bugün kullanılan pek çok av aracı kontrolsüzce uygulandığında hedeflenen ticari türler kadar diğer canlılara da zarar verebiliyor. Bütün bu faktörler nedeniyle baskı altında olan deniz canlılarının yerini almak için bekleyen yabancı türler de önemli bir tehdit. En endişe verici olanlardan biri de Süveyş kanalı yoluyla Akdeniz, Ege, Marmara Denizi ve hatta Karadeniz’e geçen türler. Bunlar arasında balon balıkları, aslan balığı ve son zamanlarda endişe verici bir hızla artmakta olan çok zehirli çizgili kedi balığını sayabiliriz.

- Türkiye karasularında ekonomik getiri amacıyla avlanan balıkların yarısından fazlasının Karadeniz hamsisi olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bununla birlikte son dönemde hamsilerin başka bölgelere erken göç ettiğine yönelik haberlerde artış görüyoruz. Son yıllardaki veriler ve sizin saha çalışmalarındaki gözlemleriniz bu konuda ne diyor?
- Dediğiniz gibi, Karadeniz hamsisi Türkiye için son derece önemli bir tür. Hamsi, kuzeyde ve özellikle de Tuna nehrinin döküldüğü sahanlıkta üreyip geliştiği, kışla birlikte kuzeyde deniz suyu sıcaklıklarının düşmesini takiben güney Karadeniz’e, Türkiye ve Gürcistan kıyılarına göç ettiği bilinen bir balık. Kış aylarında bu iki ülkenin sularında yoğun olarak avlanıyor. Hamsi sadece Karadeniz’de bulunan bir tür değil. Dünya denizlerinde yaygın olarak bulunuyor ve avlanıyor. Ancak Karadeniz’deki kadar büyük göçler yapması çokça rastlanan bir durum değil. Gözlemlerimiz, boylarının yaklaşık yirmi milyon katı olan uzun kış göçünü bir ay gibi kısa bir sürede kat etmelerinin, ancak ve ancak akıntıları kullanarak mümkün olabileceğini gösteriyor. Karadeniz akıntı sistemi ise rüzgarlar ve basenin ısınıp soğuma hızına, dolayısıyla da iklime bağlı olarak şekilleniyor. Hamsi üzerine son 10 yılda yaptığımız gözlemler sırasında, hamsinin bazı yıllar kuzeyden inmediğini, bazı yıllar ise Türkiye kıyılarına uğramadan Gürcistan’a geçtiğini gördük. Akıntıların hamsinin kolayına olduğu yıllarda ise hamsinin enerjisini koruduğunu ve izleyen yıl üreme başarısının yüksek olduğunu da gördük. Bunun dışında, balıkçıların iyi bildikleri ve kuyu ya da longoz olarak isimlendirdikleri girdaplar da hamsinin göçünde önemli olan oluşumlar. Bu tip girdapların sayısı ve kapladıkları alanlar kışın hamsinin bizim kıyılarımızda kalıp kışlamasında önemli bir faktör. Bu girdapların oluşumu da iklimle bağıntılı. Bu girdaplar zayıfladıklarında kıyılarımızdaki hamsi akıntılar yoluyla Gürcistan’a yönlendiriliyor.
- Hangi avlanma yöntemleri, deniz canlılarının geleceğini tehdit ediyor?
- Aslında her av aracı, denize ve deniz canlılarına zarar verir. Hiçbir av aracı tamamen masum değildir. Örneğin, en masum avlanma yöntemlerinden biri olarak görülen küçük kıyı balıkçılarının döktüğü birkaç yüz metrelik uzatma ağları Akdeniz fokunda yavru ölümlerinin en önemli nedenlerinden biridir. Ancak endüstriyel ölçekte yapılan avcılıkta kullanılan trol, gırgır gibi av araçlarının oluşturduğu tehdit, elbette kıyı balıkçısının ağına göre çok daha yüksek. Diğer taraftan, balıkçılığın ekonomik bir faaliyet olarak gerçekleştirebilmek ve halka makul fiyatlarla balık sunabilmek için bu avcılık yöntemlerinin kullanılması zorunlu. Burada önemli olan ise bu yöntemlerin uygulanmasında denize verilen zararı en düşük seviyeye indirmektir. Sadece bunun için uğraşan bilim insanlarımız var ve onların görüşleri doğrultusunda Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü balıkçılık düzenlemeleri koyuyor.
- Büyük ağırlıklara sahip ağların deniz tabanında sürüklendiği ve yoluna çıkan her şeyi silip süpürdüğü dip trolünün, denizde kalması gereken birçok başka canlıyı da yakaladığını ve bir kenara atılan (hayalet) ağların da daha sonra deniz canlılarının zarar görmesine neden olduğunu, çeşitli raporlardan biliyoruz. Gırgırda ise genç bireylerin avlanıyor olması ve dolayısıyla popülasyon dinamiğinin olumsuz etkilenmesi söz konusu oluyor. Hal böyleyken niçin halen bu yöntemlere izin veriliyor?
- Bu sorunun cevabını yukarda kısmen verdim sanıyorum. Türkiye’de 14-15 bin kadar kayıtlı balıkçı teknesi var. Bunlara küçük kıyı balıkçısının kayıkları da dahil, 60 küsur metrelik devasa gırgır tekneleri de. Avlanan balığa baktığımızda ise ürünün %90’lık bölümünü 12 metreden büyük endüstriyel balıkçılık yapan tekneler avlıyor. Yani troller ve gırgırlar. Eğer halka makul fiyatlarla balık sunacaksanız endüstriyel ölçekte avcılık yapmanız ve trol ve gırgır gibi araçları kullanmanız kaçınılmaz. Örneğin, yukarıda bahsettiğimiz güzide balığımız hamsiden yaralanabilmemiz için gırgır ya da ortasu trolü dışında av aracı kullanmak mümkün değil. Diğer taraftan bu av araçları aslında düşünüldüğü kadar korkunç değil. Elbette bir dip trolü ya da bir gırgır 40-50 metreden sığ sularda kullanıldığında deniz çayırları ya da diğer hassas habitatlar üzerine geri dönüşü neredeyse mümkün olmayan hasarlar verecektir. Ancak aynı dip trolünün, uygun göz açıklığında donatıp gerekli seçicilik sağlanarak uygun derinliklerde ve uygun zamanlarda kullanılması durumunda verdiği zararın ekosistemin tolere edebileceği seviyeye indirilmesi mümkün.

- Popülasyon dinamiği niçin önemli? Herkes için anlaşılır bir örnekle açıklayabilir misiniz?
- Popülasyon dinamiği bir balık popülasyonundaki döngülerin tamamıdır. “Balık boy ve ağırlıkça hangi hızda büyür?”, “ne zaman ve kaç yaşında cinsel olgunluğa erişip popülasyonun geleceğine katkı vermeye başlar?”, “boyuna göre kilosu ne kadar artar?”, “kondisyonu nasıldır?”, “stokun ne kadarı doğal nedenlerden ölür?” gibi sorularla, popülasyondaki artış ve azalışları kontrol eden girdi ve çıktılar ile bunlar aralarındaki dengelerdir. Bu dengelerin bilinmesi bir balık popülasyonundan elde edilebilecek sürdürülebilir en yüksek ürün miktarını tahmin edebilmemizi sağlar. Ancak sadece bunların bilinmesi balıkçılığın iyi yönetilebilmesi için yeterli değildir. Dünyanın hiçbir yerinde balıkçılık bilim insanlarınca yönetilmiyor. Balıkçılığın iyi yönetildiği ülkelerde bilim insanlarının bilimsel prensipler dahilinde yürüttükleri bilimsel araştırmalara dayalı olarak elde ettikleri sonuçlar bilimsel tavsiyeler olarak balıkçılık yönetiminden sorumlu karar vericilere iletiliyor. Balıkçılığın yönetiminden sorumlu olanlar, bilimsel tavsiyenin yanında balıkçılığın sosyal, ekonomik ve politik gibi diğer boyutlarını da göz önünde bulundurup, hatta bazen Türkiye’de olduğu gibi balıkçı lobisinden kaynaklı baskıları da dikkate alarak uygulanacak olan balıkçılık düzenlemelerine karar veriyor. Hal böyle olunca da yöneticilere verilecek bilimsel tavsiyenin detaydan uzak, net ve kolay anlaşılır olması gerekiyor. Dolayısıyla bir anlamda balık popülasyonlarının dinamiğinin yöneticilere tercüme edilmesi gerekiyor. Bu işe de stok durum değerlendirmesi (stock assessment) deniyor. Bu kapsamda da stokun mevcut durumu, sürdürülebilir en yüksek ürünü elde edebilmek içine gereken seviyelere göre değerlendiriliyor. Sonuç olarak da yöneticilere verilen bilimsel tavsiyede, denizden ne kadar balık çekilmesi gerektiği ve uygulanması gereken balıkçılık çabasının ne kadar azaltılması ya da (pek yaygın değil ama) ne kadar arttırılması gerektiği bildiriliyor. Yöneticilere, tabiri caizse, bankada ne kadar ana para olduğu (denizdeki üreyebilen stok büyüklüğü), bankanın ne kadar faiz verdiği (ergin balık başına stoka katılan yavru balık miktarı) ve bankadan çekilen para miktarı (balıkçılık kaynaklı kayıplar) bildiriliyor ve buna göre aile fertlerini (balıkçılar), masrafları (istihdam sorunu, talep, vb) dikkate alarak bütçeyi idare etmesi isteniyor. Bankanın verdiği faizden fazlasını çekip ana paradan harcamaya başlanmasını da “aşırı avcılık” olarak görebilirsiniz.

- Aşırı avlanma dışında deniz ekosistemlerindeki en büyük tehlikeler neler?
- Yukarıda da özetlediğim gibi iklimsel düzensizlikler ve küresel ısınmanın denizler üzerinde önemli etkileri var. Okyanus asitlenmesi, deniz kimyasını değiştirmesi nedeniyle önemli bir tehdit. Kızıldeniz kökenli balıkların Akdeniz’e geçişi için kapı olan Suveyş kanalı, büyük ticari gemilerin balast suları, balık yetiştiriciliği kaynaklı yabancı türlerin ekosisteme dahil olması da deniz ekosistemini tehdit eden faktörlerden. Gemi balast suyuyla Karadeniz’e taşınan deniz salyangozunun midye ve istiridye stoklarını yok etmesi, Kızıldeniz’den gelen türlerin İskenderun Körfezi’nde yerli türlerin neredeyse tamamının yerini alması çarpıcı örneklerden. Deniz kirliliği, sadece yukarıda bahsettiğim gibi deniz çayırlarını etkilemiyor, onun yanında deniz canlılarının biyolojileri üzerinde de etkili. En korkuncu da üreme başarıları üzerine olan etkisi. Örneğin Akdeniz’de çok hızla azalan deniz kestanelerinin, gemilerde kakamozu önlemek için kullanılan zehirli boyalardan etkilendiği öne sürülüyor. Sualtı gürültü kirliğini de unutmamak lazım. Örneğin, boğazlar sadece gemiler için değil, palamut, lüfer gibi balıklar için de önemli geçiş alanlarıdır. Balıkların göç yolları üzerinde bu tip yüksek gürültü kirliliğe maruz alanların olması bir tehdit olarak görülüyor.
- Şu an bütün balıkçılar sizi dinliyor olsa onlara ne söylemek isterdiniz?
- Türkiye gibi önemli denizel canlı kaynaklara sahip ülkeler de aynı süreçlerden geçmiş, aynı problemleri yaşamış. Bazı ülkeler sorunların kaynağını belirleyip buna çözüm bulmuş, balık stoklarını başarılı bir şekilde yönetmeye ve bu stoklardan sürdürülebilir yüksek ürün elde etmeye başlamışlar. Bizde ise sorunlar halen görmezden geliniyor. Sorun av gücümüzün kontrolsüzce artması. Durumu fark eden yöneticiler, filonun gelişimini durdurmak için 2002 yılından bu yana yeni balıkçı teknesi için ruhsat vermiyor. Ardından da filoyu küçültmek için “gönüllü balıkçı gemisi geri satın alma” programı başlatıldı. Devlet, 10-12 metre üzerinde balıkçı teknelerini satın alıp hurdaya ayırdı. Ancak bakıyorsunuz, bütün bu son derece yerinde uygulamalara karşı tersanelerde boş yer yok. Mevzuattaki açığı kullanarak “tekne yenileme” adı altında hurda durumdaki teknelerin ruhsatları alınıyor ve o ruhsatla yepyeni balıkçı gemileri yaptırılıp devasa makinalarla, ağlarla donatılıyor. Bu yolu seçen büyük balıkçılara sözüm, bindiğiniz dalı kesiyorsunuz. Denizdeki balık sonsuz değil, ancak doğru kullanıldığında sonsuza kadar, bizim, çocuklarımızın, torunlarımızın kullanabileceği bir kaynak. Bakıyoruz, aynı miktarda balığı avlamak için 10 yıl önce harcadığınız mazotun 5 katını harcıyorsunuz. Bu durum bile balık stoklarındaki kötüye gidişin en basit ve çarpıcı göstergesi. Filonun %90’ını oluşturan küçük kıyı balıkçısına sözüm ise örgütlenin. Örgütlenin ki balıkçılık yönetiminde söz sahibi olun. Sesiniz duyulsun. Pastadan almanız gereken paya sahip çıkın. Birleşmiş Milletler’e bağlı bölgesel balıkçılık örgütleri sizin korunmanız için seferberlik ilan etti. Bundan yararlanın.

- The Guardian’da okuduğum bir haberde, deniz ürünleri sahtekarlığının (seafood fraud) dünya genelinde yoğunlukta olduğunu söylüyordu: 44 araştırmayı bir araya getiren analize göre restoranlar, marketler ve balıkçılardan alınan 9.000 numunenin yaklaşık %40’ının yanlış etiketlendiği tespit edilmişti. Avlanmaması gereken veya kota fazlası balıkların, yasal türler olarak etiketlenip (kılıfına uydurulup) satılması gibi sistematik hileler söz konusu. Devlet bu konuda neler yapmalı?
- Deniz ürünleri, yakalandığı balıkçı teknesinden tabağımıza gelene kadar oldukça uzun bir yol izliyor. Bu yol boyunca her adımda sahte etiketlenme gibi hilelere maruz kalma riskiyle karşı karşıya. Ancak, bu sorunun Türkiye için henüz endişe verici boyutta olduğunu sanmıyorum. Bu sorunun, daha çok tükettikleri balığı işlenmiş (fileto) olarak ithal eden ülkeler için geçerli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de balığı çoğunlukla taze olarak, görerek ve tanıyarak satın alıyoruz. Bu durum elbette tamamen göz ardı edilmesi gereken bir tehlike değil. Bizde de örneğin dünyanın en kalitesiz balıkları arasında adı geçen Panga balığının dil balığı olarak sofraya sunulduğuna sıklıkla şahit oluyoruz. O yüzden de devletin yapması gereken Avrupa Birliğinde uygulandığı gibi menşei belgelerinin sıkı kontrolü, zincir boyunca şeffaf tam izlenebilirlik ve kapsamlı etiketleme kuralları gibi yöntemleri devreye sokulması, ki bunlardan bazıları halihazırda uygulanmaya başlandı.
- Tüketici bu konuda nasıl önlemler alabilir? Sonuçta birçok tür ve hatta balık çeşidi, boy ve tip açısından birbirine benziyor. Bu noktada tüketiciler kendilerini nasıl eğitebilir? Deniz ürünleri alan tüketici nelere dikkat etmeli?
- Dediğim gibi hileli etiketleme Türkiye’de tüketicinin çok da endişe etmesi gereken bir durum değil. Esas endişe etmemiz gerek durum balık stoklarındaki azalma. Lüferi korumak için boy yasağı getirildi, umursamadık, çinekop satın almaya devam ettik. Hamsi azalıyor diyoruz, ama parmak kadar hamsileri satın almaya devam ediyoruz. Elbette hayat şartları zor ve insanlar bütçelerini de dikkate almak zorunda. Ancak, bir zamanlar yarım milyon tona yakın av veren hamsinin kilosunu üç beş kuruşa alabiliyorken, mevsiminde bollaştığında palamuta fukara ekmeği denilirken, bugün bunların yanına yaklaşılamaması, hepimizin malı olan çok değerli bir kaynağın hor kullanılmış olması anlamına geliyor. Eğer biz buna tepki göstermezsek yakında yurtdışından ithal edilmiş, ne olduğunu bilmediğimiz balıkları yemek zorunda kalacağız. Çoğu balıkçı tezgahının hemen üstünde, resimli olarak hangi balığın kaç santimden küçüğünün avlanmasının yasak olduğunu belirten posterler olur. Balık alırken bir dakikanızı ayırıp o postere baktıktan sonra seçim yapmak bile fark yaratacaktır. Bu arada eklemeden de edemeyeceğim, bugün yetiştiricilik yoluyla üretilen balıklar denizden yakalanan balıkların miktarını yakalamış durumda. Bu aşırı avcılık ya da hileli etiket gibi sorunlara karşı çözüm gibi görünüyor. Ancak diğer taraftan çiftliklerde yetiştirilen balıkların beslenmesi için denizel protein ve yağların kullanılması, en azından mevcut sistemlerde zorunlu. Türkiye’de bu ihtiyacın önemli bir bölümü pazara sunulamayacak kadar küçük yavru hamsilerden sağlanıyor.

İlginizi çekebilir 👇
1 thought on “Prof. Dr. Ali Cemal Gücü: “Hiçbir av aracı tamamen masum değildir””