
İnsan yaşamının devamlılığını sağlayan biyoçeşitlilik, gezegenimizdeki tüm canlıları ve gezegeni ayakta tutan yaşam ağını ifade ediyor. Buna karşın biyoçeşitliliği oluşturan canlı türlerinin -iyimser bir tahminle- dörtte biri, iklim değişikliği, habitat tahribatı ve çevre kirliliği gibi insan kaynaklı faktörler nedeniyle yok olma tehlikesi yaşıyor. En fazla risk altındaki gruplar arasında amfibiler ve mercan resifleri bulunuyor.
Geçtiğimiz günlerde sona eren BM Biyoçeşitlilik Konferansı (COP15) da biyoçeşitliliği koruma çalışmalarında önümüzdeki yıllardaki uygulamalara şekil verecek uluslararası bir çerçeve belirlenmesi adına büyük önem taşıyordu.
Doğayı korumaya yönelik yeni hedefler üzerinde anlaşmak üzere 190’dan fazla ülkeden bilim insanı, müzakereci ve liderleri bir araya getiren COP 15, iki yıllık gecikme ve ev sahipliğinin Çin’in Kunming kentinden alınmasının ardından 7-19 Aralık 2022 tarihleri arasında Montreal’de gerçekleşti.
Katılımcılar, doğayı korumaya yönelik hedefler üzerinde birçok hususu ele alarak etkili bir çerçeve oluşturulması için günler süren müzakereler yürüttü. Gelişmeleri sıfır noktasından takip eden BBC Çevre Muhabiri Helen Briggs, konferans sırasında özellikle fon sağlama konusunda sert tartışmalar yaşandığını belirtti.
Aichi Hedefleri’ne ulaşılamadı
2010’da Japonya’da (Aichi) imzalanan son biyoçeşitlilik koruma anlaşması, 2020’ye kadar türlerin kaybolma hızının yarıya indirilmesi ve kara ile denizde korunan habitatların genişletilmesini içeren 20 hedefi kapsıyordu.
Hükümetler bu süreçte tek bir hedefe bile tam olarak ulaşamadığı için de COP15’teki bilim insanları, daha önceki gibi “sözde” koruma alanı oranları belirlemektense belli türler ve belirli yaşam alanlarına öncelik verilmesini savunuyordu.
Araştırmacılar, ekolojik devrilmenin eşiğine doğru hızla ilerleyen biyoçeşitliliği korumak için sistemsel değişikliklerle birlikte etkili bir çerçeve oluşturulması gerektiğini, illa bir oran belirlenecekse de bunun “Dünya’nın en az yarısı” olduğunu düşünüyordu.
Son araştırmalar da doğa için ayrılan toplam koruma alanına odaklanmak yerine, sera gazı emisyonları, et tüketimi ve plastik kirliliği gibi yok oluş ve habitat kayıplarının altında yatan nedenlerin ele alınmasının önemini vurguluyordu. Bu da süreci, doğal koruma alanlarını genel olarak artırmaktan ziyade ticaret ve gıda sistemini düzenleme gerekliliğine kaydırıyor ve sistemi eyleme geçirmeye zorlama anlamına geliyordu.
Bu doğrultuda COP15 sırasında müzakere edilen çerçeve anlaşması kapsamında, doğal ve tarım alanlarının meralara dönüştürülmesini sübvanse eden politikaların ortadan kaldırılmasından gıda israfının yarıya indirilmesine kadar yıkımı sınırlayacak birkaç hedef benimsenmesi gerekiyordu.
COP15 öncesi ve sırasında doğa korumacı bilim insanlarının yaptığı öneriler şu şekilde sıralanabilir:
- Çevreye zarar veren uygulamalara yönelik teşviklerin 2030’a kadar her yıl 500 milyar dolar azaltılması.
- Karbonu okyanus yüzeyinden derinliklere çeken, atmosferden uzakta depolayan ve böylece iklim değişikliğinin azalmasını doğal olarak sağlayan açık denizler korunmalı.
- Ormansızlaşma ve dip trolü (deniz tabanına yakın büyük bir balık ağı çekmek) gibi yöntemler, biyolojik çeşitliliği tahrip ettiği için aşamalı olarak kaldırılmalı.
- Yaşadığı toprakları ve suyu koruyarak Dünya’da en iyi korunmuş ekosistemlerin teminatı olan yerli topluluklara kulak verilmeli. Çevre savunucularının da yaşam hakkı savunulmalı. (2002’den bu yana 57 ülkede 2.000’e yakın çevre savunucusu öldürüldü.)
- Doğal kaynakları tahrip eden maksimum verim hedefli üretim politikalarından vazgeçilmeli.
Peki ama bu talepler karşılandı mı?
COP15 nasıl sonuçlandı?
COP15’in sonunda, doğa korumacı bilim insanlarının istekleri tam olarak yerine getirilmedi ve ortaya çıkan karar, Aichi doğrultusunda ilerleyen, güncellenmiş bir çerçeveye işaret ediyor.
Uluslarının biyoçeşitlilik kaybını durdurmayı ve toplumun doğayla uyum içinde yaşamasını sağlayacak “yeni” çerçeve kapsamında varılan Kunming-Montreal Anlaşması’nın ana maddeleri şu şekilde sıralanıyor:
- Ekosistemlerin sürdürülmesi, geliştirilmesi ve eski haline getirilmesi. (Türlerin yok oluşunun durdurulması ve genetik çeşitliliğin sürdürülmesi de buna dahil.)
- Biyoçeşitliliğin “sürdürülebilir” kullanımını; türlerin ve habitatların insanlığa sağladığı gıda ve temiz su kaynağı gibi hizmetleri sunabilmelerini temin etmek.
- Bitkilerden elde edilen ilaçlar gibi biyoçeşitlilikten sağlanan faydaların adil ve eşit bir şekilde paylaşılmasını ve yerli halkların haklarının korunmasını sağlamak.
- Biyoçeşitlilik için fon sağlamak ve kaynakları kullanmak: Paranın ve koruma çabalarının ihtiyaç duyulan yerlere ulaşmasını sağlamak.
Özellikle son madde konusunda büyük problemler söz konusuydu. Uluslar, biyoçeşitliliğin korunması konusunda istekli gibi görünse de fon sağlamak konusunda çekinceler yaşıyor.
Sistemdeki değişikliklere ve sıcak noktalara odaklanmak gerektiğini savunan doğa korumacılar, öne sürülen çözümlerin yeşil aklama (greenwashing) olduğundan ve şirketlerin yerli halkları ve toplulukları sömürmesine yol açmasından endişe ediyordu ve bazı maddelerde biyoçeşitlilikten ziyade “insanlığın işine yarayacak” çözümler üzerinde uzlaşılması da bu endişelerin haksız olmadığını gösteriyor.

Bu gibi sebepler yüzünden pek çok doğa korumacı, ortaya çıkan çerçeveden memnun değil.
Anlaşmanın iyimserlikle “dönüm noktası” olarak nitelendirilmesine karşın uzmanlar, özellikle tehlike altındaki tür ve bölgelerle ilgili daha ileri önlemler alınmadıkça ekolojik stresin devam edeceğini ve biyoçeşitlilik kaybının artacağından korkuyor.
Yaban Hayatı Koruma Derneği’nin (WCS) uluslararası politikadan sorumlu Başkan Yardımcısı Sue Lieberman, büyük çaba gerektiren maddeleri bulunan anlaşmanın birçok iyi unsuru bulunmasına rağmen, “Doğa ile ilişkimizi gerçekten dönüştürmek ve ekosistemler, habitatlar ve türler üzerindeki tahribatımızı durdurmak için” daha ileri gidilebileceğinin altını çiziyor.
Kunming-Montreal Anlaşması, yasal olarak bağlayıcı değil ancak imzacı taraflar, 2030’a kadar Dünya’nın %30’unun korunması ve bozulmuş yaşam alanlarının restorasyonu gibi hedeflere ulaşma konusundaki ilerlemelerini rapor edeceklerinin sözünü veriyor. Bununla birlikte denetleme mekanizmasının yokluğu yine büyük bir eksiklik ve atalet nedeni olarak kalıyor.
Yazı: Batuhan Sarıcan (info@gastroeko.com)
Not: Yazıdaki herhangi bir kısmın, kopyala yapıştır yoluyla başka bir mecrada yer aldığı tespit edilirse, daha önce yapıldığı gibi yasal işlem başlatılır.
Yazıda hangi kaynaklardan faydalandık?
cbd.int/doc/c/7a5e/1d9a/f8718d1a5dd9828dba764053/cop-15-item9a-nonpaper-president-en.pdf
bbc.com/news/science-environment-64019324
nature.com/articles/d41586-022-04370-4
conversation.com/five-options-for-restoring-global-biodiversity-after-the-un-agreement-196835